30 Kasım 2013 Cumartesi

Geçmişe Dair (Büyük Ada Macerası)


Evet iki aylık zamanı telafi etmek için aklıma geldikçe yazmaya karar verdim. Bu ay bizim için çok özel. Kasım’da aşk başkadır dedik; 13 Kasım 2011’de evlendik Burakla. Bu yıl ikinci senemizi tamamladık. Evlilik yıl dönümümüz için Burak hoş bir organizasyon yaptı. Büyükada’da yeni restore edilmiş bir butik otele gittik. Otelin içi çok hoş dekore edilmişti. Yüksek tavanlar, İngiliz tarzı mobilyalar, yaz ve kış bahçesi... Gerçekten çok samimi ve güzel bir ortamdı. Sabah kış bahçesinde güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra başladık ada turuna. Burak hazırlıklı gelmiş. Elimizde Büyük Ada haritası, kendi kendimize rehberlik etmeye başladık. Meydandaki saati herkes soluna alırken biz sağımıza aldık ve başladık yürümeye. Tek korkumuz benim çabuk yorulmam ve belimin ağrımasıydı. Faytona binelim dedik ama o kokuya katlanmam mümkün değildi. Ada sokaklarında yavaş yavaş ilerledik. İlk aşama beni biraz zorladı çünkü o gördüğümüz yokuşun hiç sonu olmadığını düşündük. Çık Allah çık, çık Allah çık. Neyse ki yokuşun bir ucu düzlüğe çıktı J Tepede Eski Rum Yetimhanesi’ne gittik. Bina terk edilmiş yalnızca bir bekçi kulübesi var. Yetimhane’yi merak ediyordum çünkü daha önceki günlerde CNNTürk’te bir programda görmüştüm. Bu yetimhane’de yetişen bir rahip anlatıyordu. Eskiden bu binada Ermeni yetimleri kalıyormuş. Bina 5 katlık; ilk katlarda yemek salonu, konferans salonu ve derslikler mevcutmuş. Üst katlarda ise yatakhaneler varmış. Verilen eğitim zamana göre kaliteliymiş. 60 darbesinden sonra  -yanlış hatırlamıyorsam- bir gece binanın oturmaya dayanıklı olmadığına dair yazı gelmiş ve aynı gece yetimhane boşaltılmış. Fakat sonrasında binanın onarımı için hiçbir çalışma yapılmamış. Üstelik devlet araziyi Ermeni Patrikhanesi’ne de bırakmamış. Binanın tamamı ahşap olduğu için yıllar içinde çürümüş. Ermeni Patrikhanesi geçtiğimiz yıllarda yasal bir mücadele başlatmış ve yetimhanenin mülkiyetini geri almış. Şimdi ise projeleri; sadece Ermeniler için değil tüm halkın kullanılabileceği bir kültür merkezi inşa etmek. Binanın tarihi dokusu birçok fotoğraf sanatçısı ve mimarı etkilemiş. Hatta yıkım başlamadan önce son kez bir fotoğraf sanatçısı (ismini hatırlamıyorum) ekibiyle birlikte binanın çekilebilecek her karesi için deklanşöre basmış. Şimdi ise yıkım mı bekleniyor, maddi destek mi bekleniyor yoksa yasal süreç aşamasında bir bilgim yok.
Yetimhane’den sonra mesire alanına geldik. Buraya kadar faytonlarla çıkan sevgili turistler üşenmeden 1 km daha tırmanıp Aya Yorgi Kilisesi’ne varıyorlar. Ama tabi ki tabanvayla o tepeye ulaşan Ayşe Nur’u hiçbir kuvvet 1 km daha tırmandıramazdı. Mesire alanından sonra başladık yokuş inmeye. En güzel kısım buydu o saatten sonra J Ada sokaklarında yürüdük. Sonbaharla birlikte tüm ağaçlar sarı-turuncu tonlara bürünmüş. Ada atmosferine uygun ahşap eski evler, cumbalar, deniz kokusu hafif yağmur nemi... Çok tatlı bir yürüyüştü bizim için.
Gezimiz sırasında bir de Hamidiye Cami’ne geldik. Sultan II. Abdülhamit tarafından yaptırılmış. Mimarisi geleneksel cami tarzına uygun olmadığı için çok eleştirilmiş. Burada geçen tatlı hadisemizi de anlatayım size: Cami avlusunda bir banka oturmuş Burak’ı beklerken burnuma aşure kokusu gelmeye başladı. Tam da Muharrem ayının 9. Veya 10. günü. Neyse Burak geldiğinde söyledim aşure kokuyor diye inanmadı bana. Ben o muhteşem burnumla havayı koklaya koklaya dolanmaya başladım, çevredeki evlerden geldiğine inandığım sırada Burak’tan rica ettim imama sorması için. Bir baktım Burak’ın elinde bir kase ve iki kaşık J O an yediğim en lezzetli aşure gibi geldi bana o tabak :)) Burak şaşkın şaşkın bana bakarken dedim “Bu hamile burnu Burakcım, yanılmaz!”
Güzel yürüyüşümüzden sonra tekrar saat kulesine vardık ve turumuzu tamamladık.  Akşam vapuruyla da İstanbul’a geri dönük. Bizim için tatlı, yorucu ve tadında bir gezi oldu. Artık yağışlar başladı ama yumuşak sonbahar havasında gitmek yazın gitmekten daha mantıklı. Böylece güneşin yakıcılığını ekarte etmiş oluyorsunuz J Büyük Ada temiz havası, sokakları ve güzel evleriyle gezilesi...
Bir daha ki yazıya kadar esen kalın JJ

24 Kasım 2013 Pazar

Oğluş İçin Küçük Bir Kutlama

Yazmayalı iki aydan fazla olmuş. Benim de kendimce sebeplerim var. Ama en kısa sürede bu durumu telafi etme niyetindeyim. Madem ara verdim bu kadar zaman bari dönüşüm güzel bir konu olsun. Allah nasip ederse Burakla ebeveyn olmaya hazırlanıyoruz :) Dün de oğluşumun şerefine küçük bir baby shower düzenledim. Kardeşceğezim ve arkadaşlarımla gerçekten güzel bir buluşma oldu. Organizasyon bana ait olsa da bütün yükü sevgili Tima çekti. Teyze olmak kolay değil ama değil mi? O olmasa altından kalkamazdım zaten. Artık çok çabuk yoruluyorum çünkü.
Gelelim partimizin ayrıntılarına; misafirlerimize hediye etmek için küçük küçük kavanozlar hazırladık ve tabi ki el emeği göz nuru kurabiyeler. Tima sağolsun çeşit çeşit ikram yaptı. Bir de "bıyık" konseptimize uygun olarak bıyıklı bir pasta yaptık. Sandalyeleri süsledik, bıyıklı peçetelikler hazırladık. Bir de hatıra çerçevesi yaptı teyzesi oğluşuma :))
Bıyıklı pasta ve bıyıklı peçetelikler
Sandalye ve masa süslememiz
Böyle anlar, arkadaşlarla sevenlerle bir arada olmak, insanın kendini iyi hissetmesi için gerçekten birer fırsat. Tabi böyle kuru kuru anlatmakla olmaz. Fotoğraflarla günümüzün güzelliğini sizinle paylaşacağım şimdi. Esen kalın :))
Canım arkadaşım Burcum ve ben (tabi bıyıklarımızla)

Nurum Gülüm Nurgülüm, Aynur, ben ve Edanur

Ayşecik, ben ve yine bıyıklar :)
Esin, ben ve Dilek :)


Nurgül, ben ve Şüheda :)

Nurgül ve ben

Olmazsa olmaz Tima ve ben :)) 

Oğluşuma ithaf olunur :)

Çam sakızı misafirlere hediyelerimiz :))

13 Eylül 2013 Cuma

İlişkiler Üzerine

Bir iki gündür ilişkileri düşünüyorum. Anne-baba-çocuk ilişkisin, işveren-işçi ilişkisini, seven-sevilen ilişkisini, öğretmen-öğrenci ilişkisini, karı-koca ilişkisini, arkadaş-arkadaş ilişkisini vs... Hepsi birbirinden farklı. İşin ilginç yanı aynı kişi için tüm ilişki yumakları farklı. Annene hitap ettiğin gibi arkadaşına hitap edemezsin. Patronuna arkadaşına yaklaştığın gibi hiç görünemezsin. Ya eşine? Hem herkese davrandığın gibi karmakarışık bir tutum sergilersin hem de kimseye yapamadığını, söyleyemediğini ona söylersin. İnsanlarla ilişkileri devam ettirmenin her zaman tek bir yolu var; bazen-yeri geldikçe- susmak. Senin üstündekine sert çıkarsan haksız yere; canını yakar. Annene sert çıkarsan haksız yere; ağzının payını verir. Eşine sert çıkarsan haksız yere; yine ne yaptım diye düşüncelere dalar. Öfkesine hakim olmadığında insan susmayı tercih etse ne işinden olur ne de kalp kırar. Yoksa bir de gönül alma işleri girer araya. Nasıl telafi etsem hatamı diye düşünmeye başlarsın. İnsan, hatalarından ders çıkaran akıllı varlık. Gelgelelim hataları ve dersleri çabuk unutan bir varlık. 
Buraya nereden geldik! Çevremi ve kendimi inceliyorum bugünlerde. Dengesizliklerimi, duygularımı, davranışlarımı ve çevremdekilerin davranışlarını. Kapıya gelen sucuya selam vermekten tutun da annemle konuşmalarıma kadar. Sevinçlere bakıyorum mesela; hiç alakanın olmadığını bir kişiye bile neden mutlu olduğunu anlatabilirsin. Ama öfke öyle değil. Öfke insanın içinde kalmak isteyen ve kaldıkça da büyüyen bir duygu. Ama mutluluk zavallısı öyle mi? Bir an önce kendini dışarı atmak herkese var olduğunu göstermek ister. Çıkıp gideyim de başkalarına da yanaşayım, onların da içine gireyim der. Öfkenin oturup kalmasındaki sebeplerden birincisi daha güçlü olması; ikincisi sayıca mutluluktan fazla ise zırt pırt yer değiştirme gereği duymadan herkese yeteceğini düşünmesi olabilir. 
Peki bu durumlar nasıl atlatılır? Öfkeli isen tabi ki nazının geçeceğini bildiğin kişilere ters ters davranırsın, bağırıp çağırırsın, bıdı bıdı konuşursun; "oh be!" der rahatlarsın. Mutluluk varsa da önüne gelene anlatırsın, hop sevincini ikiye katlarsın. Sonra beşinci kişide istediğin tepkiyi göremezsin 10 kat mutluluk düşer yine birinci kata. Hadi bakalım gel de sen çöz bu işi! 
Saatlerce konuşursun ilişkiler üzerine, kitaplar yazarsın, deneyler yaparsın. Ama hiçbiri sorunlu bir ilişkiyi düzeltemez. Çünkü konuşmak sorunu çözmez sadece tanımlamaya yeter. Problemi tespit edersin ve bundan sonra aynı şeyle karşılaşmamak için yapmaman gerekenleri görürsün. Bazen hafıza kuvvetli gelir hatırlar insan ve dersini çalıştığı gibi sunar. Bazense işine gelmez çalışmak, kopya için de çok geçtir, kalır ortada dımdızlak. 
Hepimiz insanız. İyi bildiğimiz kötü bildiğimiz, sevdiğimiz-sevmediğimiz, saygı duyduğumuz-duymadığımız çevremizdeki herkes az ya da çok insan. Ve insan bazen akılla yaşar bazense duygularla. 
Tüm ilişkilerimde/ilişkilerimizde dersimizi almamız dileğiyle... 
Esen kalın... 

23 Ağustos 2013 Cuma

Yazın İkinci Ve Son Tatili

Dolu dolu bir ramazan bayramının ardından ikinci tatilimi yapmaya gittim. Bu defa Burakla tabi ki :) Ben-Burak, Ayşe-Abdullah, Mine-Safa ve Esin-Oktay çiftiyle birlikte Alanya'ya gittik. Tesettürlü bayanlar olunca rahatça havuza girmek ve güneşlenmek her yerde olmuyor malesef. Bunun için muhafazakar bir oteli tercih ettik. Dört arkadaş da birlikte olunca çok güzel vakit geçirdik. Bol bol yüzdük, güneşlendik ve beş çayında çıkacak leziz kekleri bekledik :)) Bu kek olayı Esinle bana daha çok uydu :) Bir de yavrucaklar vardı tabi Mine'nin altı aylık Yusuf'u, Ayşe'nin 16 aylık Zeynep'i ve Esin'in artıkın iki yaşında olan Melis'i. Bu yavrucakların hepsi birbirinden nazlı. Yusufçuk uyumak bilmez anasının sabrını sınar. Zeynep uyumayı unutmuş; uyusa da uyanmak bilmez; ya da havuzun içinde uyumaya çalışır :) Melis ise "babacı babacı" diye deliler gibi ağlar bayan havuzuna girmek istemez ( bu arada babacı aslında babacım demek) :) Melis babasıyla olunca aslında Esin'in işine yaradı rahat rahat yüzdü. Mine'yle Ayşe de çocukları babaya satınca yüzmeyi unutup sohbete daldık havuzda. 
Otel genel anlamda çok büyük değil ama temiz ve düzenli. Bizim gibi haziranın sonunda tatil yeri ararsanız hele bir de muhafazakar otel isterseniz oda bulmanız imkansız hale geliyor. Bunun için otele çok beklentili gitmedim ama memnun kaldım. Yemekleri daha iyi olabilirdi ama bu konuda, şu sıra damak tadım olmadığı için, fazla konuşmak istemiyorum. Denize sadece yürüyüşe gittim, çok dalgalıydı onun için girmedim. Hem rahat rahat güneşlenmek varken haşemayla denize girmek zor gelir oldu :) 
Akşamları bahçede bir masa kapıp bol bol sohbet ettik. Burak müzik eşliğinde zıplaya zıplaya sevgili kankası Yusuf'u uyuttu :) 
Otelde düzenlenen masa tenisi turnuvasına katıldı beyler. Tabi ki benim sportif kocam turnuva birincisi oldu :)) İkinci gün tekrar maç teklif ettiler kabul etmedi. Bir kere kazanmak ona yetermiş; bak bak sennnnn :) Son gece ben turnuva şampiyonuna meydan okudum. Ve tabi ki ben kazandım :) 
Dört günlük güneş tatilinin ardından arkadaşlarımızı otelde bırakıp yayla tatiline annemlerin yanına geçtik. Annemler kışı Antalya'da yazı da buz gibi esen Burdur/Bucak/Çamlık'ta geçiriyorlar. Evin ufacık bahçesinde çeşit çeşit meyve ağaçları var. Alanya'dan sonra en az 10 derece sıcaklık düştü Çamlık'ta. Oradaki günlerimiz de epey yoğun geçti. Her sene yaptığımız "Çelikdemir Ailesi Sülale Pikniği" ne de denk geldik. Tüm akrabaları, kuzenleri görme fırsatı oldu. Halidsiz pek tadı olmadı ama seneye birlikte katılırız inşallah. 
Yayla tatilini de noktalayıp İstanbul'a döndük. Aileden ayrılmak biraz zor oluyor ama ne yapalım... Belli mi olur; Halid'in yemin töreninden sonra belki onlar gelir bana. 
Şimdi de tatilimden birkaç fotoğraf koyayım; esen kalın :)) 
Babacı Melis :)

Burak, kankisi yusuf ve Safa


Şampiyon beyim :))
 

Esin, Mine, ben ve Ayşe

Annemle babamın nefis pidesi :)


Eğlenceli  kızlar havuzumuz :)


Fruko ve M.Sinan

3 Ağustos 2013 Cumartesi

Ramazan Ve Televizyon Programları

Ramazan ve tabi rahatsızlığımın münasebetiyle ister istemez televizyonla daha sık muhatap oldum. Daha doğrusu olmaya çalıştım ama cık, olmadı, başaramadım. Günün farklı saatlerinde her kanal geçmiş sezonlara ait dizilerini arka arkaya yayınlıyor. Tabi buna artık tüm Türk halkının iğrendiği fakat kanalların bir türlü dikkate almadığı "Doktorlar"dizisi de dahil. Allahım hiç mi paraları yok acaba, onun için mi ısrarla beş senedir her yaz o dizi dönüyor etrafta. Artık ismi lazım değil diye hitap edeceğim diziye. Evet evet "ismi lazım değil!" Hatta kendisi de lazım değil! 
Neyse diğer kanalların da pek bir farkı yok dediğim gibi hepsi tekrar peşinde. Bir de tabi ramazanın olmazsa olmazı yemek programları var. Hayır insanlar zaten aç, susuz. Ne diye o leziz, şahane yemekleri gösterip duruyorsunuz. Gündüz kuşağı böyle iken akşam da tüm kanallarda farklı farklı yarışmalar var. İnsanlar oradan oraya koşuyor hediyeleri yakalamaya, yarışmayı kazanmaya çalışıyor. Bu her kanal için geçerli. 
Ve tabi iftar-sahur programları var. Nihat Hoca'nın artık hiç uyumadığını düşünmeye başladım. Ya da televizyon setinin arkasına bir yatak atmış ve orada yatıp kalkıyor olabilir. Hem iftar programı yapıyor saatlerce hem de sahur. Allah ağzına kuvvet versin. Gerçekten onu dinleyen o kadar kişi var ki. Ne diyelim; Allah razı olsun diyelim. Hem üslubu güzel hem de adam akıllı konuşuyor. Tavuk kurban edin diyen hocalardan sonra eli öpülesi. Ama benim favorim TRT1'deki Bekir Develi ile Ramazan Sevinci. Hem konukları seçkin hem de sunum hoşuma gidiyor. 
Velhasıl şu sıra televizyonda izlenecek pek bir şey yok. En azından benim dişime göre bir şey yok. Düşününce sezonda da televizyonu açmayan bir insanım. O zaman bu kadar şikayet niye! Halkım için! Kaliteli yayınlar izlemek hepimizin hakkı :))

26 Temmuz 2013 Cuma

İyi Seyirler: Django (Zincirsiz)

Sevgili beyim sayesinde film bulmakta ve izlemekte hiç sıkıntı çekmiyoruz. Bazen filmlerin tarzı konusunda anlaşamasak da orta yolu bulduğumuzu düşünüyorum. Mesela geçen ay Kore filmleri izledik ama artık arka arkaya sıktı beni. Anlaşıp ara verdik, bir süre Hollywood'a döndük. 
Dönüşümüz muhteşem oldu demek isterdim ama bir gençlik filmi hüsranıyla karşı karşıya kaldık. Ayyy tamamen bilinçaltıma atmışım filmi şimdi yazarken aklıma geldi. Filmin ismi "The Perks Of Being A Wallflower" türkçesi "Saksı Olmanın Faydaları". Filmin isminde meymenet yok bir kere. Neyse konuya geçeyim. Aslında teyzesi tarafından cinsel istismara uğrayan bir çocuğun bunu tamamen unutmaya çalışması ve bu dönemde yaşadığı psikolojik sıkıntılarla edindiği arkadaşlarının hikayesini anlatıyor. Ama arkadaşların hiçbiri normal değil ve çok çirkin bir şekilde Amerikan gençliğinin cinselliğe bakış açısını görüyorsunuz. İstenseydi istismar konusuyla çok hoş bir film çekilebilirdi. Ama film hoş olmak bir yana çok boştu! Filmde Emma Watson ve Logan Lerman başrolde. Siz izlemeyin, boşa vakit harcamayın!
Gelelim Django'ya. Sevgili Quentin Tarantino'nun son filmi. Zenci bir köle beyaz bir kelle avcısı tarafından satın alınır ve özgür bırakılır. İlk başta sadece bir işte yardım etmek için anlaştığı beyaz adam Django'nun iyi iş çıkardığını görünce birlikte çalışmaya başlarlar. Beyaz adamın amacı para kazanmak, Django'nun ki ise köle olan eşini bulmak ve onu geri almaktır. Zamanla beyaz adam Django'ya destek olmaya karar verir ve birlikte Leonardo Di Caprio'nun çiftliğine giderler. Onu kandırıp Django'nun eşini almaya çalışırlar nitekim gerçekler su yüzüne çıkar. Beyaz adam ölür Django tekrar köle olarak satılır, eşi de ayrı bir çiftliğe gönderilir. Ama usta tetikçimiz Django kurtulur, eşini bulur, çiftliğe geri döner ve intikamını alır.  
Filmin işlenişi gayet güzeldi. Çok fazla kan vardı, adamlar her vurulduğunda etleri parçalanıyordu ama Tarantino nasıl yapıyorsa arkadaş bu sahneler insanı rahatsız etmiyor, midesini kaldırmıyor. Bir tek köpek sahnesi vardı orayı izleyemedim. Köleliği ve zencilere yapılan eziyeti güzel anlatmış. Oyunculuklar zaten çok iyiydi. Biraz uzun gelebilir ama ne yaparsınız Tarantino işte :)) Film izlenesi. Hepinize tavsiye ederim. 
İyi seyirler.. 

17 Temmuz 2013 Çarşamba

Tatil Mi??

Bir ayı geçmiş yazmayalı. Kaç defa akıl ettim ama bir türlü elim varmadı. Okuldaki sınav programlarından sonra önce İzmir'e, sonra Burdur'a sonra da Antalya'ya kaçtım :) Burak'ın işleri çok yoğundu geçen ay. Ramazan öncesi tatile gitmek imkansızdı. Ben de dayanamadım kardeşceğezlerimi çağırdım birlikte gezmeler gezmeler :) Sonra da ver elini İzmir. Halid askere gidecek Temmuz sonunda. Onu uzun uzun gördüm askerlik öncesi. İyi oldu. Birlikte yolculuk yapmak kardeş kardeşe her zaman harika olur. Hele de yanınızda Halid gibi yemeyi seven ve yemekten anlayan biri varsa harikulade olur :) Seyahatimiz boyunca sürekli mola verdik. Bu molalar ve gerekçelerini Halid'in ağzından yazayım: 
- Bursa'nın köftesi meşhurmuş hadi yiyelim 
- Şurada birer çay içsek, yoruldum. 
- Susurluk'ta ayran var hadi içelim. Neredeydi hani babam küçükken bizi götürüyordu dağların arasında bir yere. Kalabalık oluyordu sürekli. Abla, babamı arasana neredeydi o yer? 
- Çay molası!
- Bursa'daki köftede çok kırmızıbiber vardı. Akhisar'ın da köftesi meşhur, ben acıktım. Siz nasıl acıkmadınız!
- Oy bir çay içelim. 
- Şimdi saat 10 gibi İzmir'den çıksak 12:00 gibi Aydın'da oluruz. 12:30'da Yenipazar'a varırız. Tam yemek saati harika. 
- Evet babamın bizi getirdiği Sümer Pide şuralarda bir yerde olmalıydı, sağdaydı galiba. Valla unutmamışım! 
- Çay içelim. 
- Ablacım çilek yiyeceksen Atça'dan yiyeceksin. 
- Denizli'de merkeze girmemiz lazım Zafer Gazoz alacağım. 
Bunlar benim aklımda kalan konaklama mekanlarımızdan bazıları :) İzmir'de iki gün kalıp Burdur yollarına düştük. Yolda giderken çilek satanlar vardı, almak istedim. Halid durdu. Ama Yenipazar'da yediğimiz pidenin ağırlığı çökmüştü bir kere üzerime, arabadan inecek halim yok! Halid'e sen in al dedim. İnmedi. Bastı gaza çilek tezgahından uzaklaştı. "Niye tehdit etmiyorsun beni, inmezsen giderim deseydin inerdim ben" diye sitem etsem de artık çok geçti. Atça'yı geçtikten sonra Halid U dönüşü yaptı. Önce anlamadık meğerse bana kıyamamış. O kadar yolu bana çilek almak için geri döndük :) Kardeş candır diyorum size :)) Bu defa ikimiz de indik arabadan :) 
Burdur'da anneciğime, babacığıma ve Furkanıma kavuştum. Annem evin küçücük bahçesine yine bir sürü şey ekmiş. Meyve ağaçları da bir güzel meyve vermiş bu yıl. İki gün sonra hop Antalya'da bulduk kendimizi. Deniz, kum, güneş oh mis :) Birkaç gün kalıp tekrar döndük buz gibi yaylaya. Annem ve yengem enfes sac böreklerinden yaptılar (Daha çok yengem yaptı, annem yardım etti diyelim). Sac kullanmayı annem evlendikten sonra Burdur'a geldikçe öğrenmiş. Tabi yengem gibi usta şekilde sac böreği yapamıyor :) Neyse. Börekleri hüplettik. Ahududuları, kirazları topladık, bitirdik. Geldi dönüş zamanım. E Burak'a da yazık ama kaç gündür yalnız bıraktım onu :) Halid ve Tima ertesi sabah beni Antalya Havalimanı'na bıraktı ve açtım gözümü yine İstanbul'da. 
Hızlı bir o kadar da güzel bir tatil oldu benim için. Tail dönüşü de hop Ramazan :) 
Yan apartmanda mukabele var. Oraya başlamıştım ne güzel. Biraz rahatsızlanınca evde yatmak zorunda kaldım. Ama kararlıyım, devam edeceğim :) 
Artık ramazan maceralarıyla görüşmek üzere :) Hayırlı ramazanlar herkese :)) 
Ufak tatilimizden birkaç kare :)




Babacığım ve Furkan :)
Annemmmm ve Tima :)
Tima ve Halid :)
Halidciğim ve ben :)
Namı Değer Sarıyer Börekçisi'nde :)
Timam :)


9 Haziran 2013 Pazar

Neler Oluyor Ülkemde?

Gezi Parkı olayları başlayalı 13-14 gün oldu. Sessiz sakin başlayan kimsenin umurunda olmayan eylem büyüdü de büyüdü. "Fidanları sökmeyin" diye başlayan eylem döndü geldi araba yakmalara, binaları ateşe vermeye, insanları gazla zehirlemeye, hükumet istifa demeye. Sevgili başbakanımız da açtı ağzını yumdu gözünü. Üniversitede eğitim psikolojisi dersinde görmüştük. Eğer çocuk bir şeyi ağlayarak veya çevreye vererek istiyorsa ve biz bu isteği yerine getirirsek bunun öğrenir ve bir daha ki arzusunda mutlaka kullanır. Onun için zırlayarak istediğinde kesinlikle arzusu yerine getirilmez. Gelelim şimdi siyasilere. O bu diye ayırmadan herkese çapulcu de, alkolik de, avm yapacağız siz istediğiniz kadar bağırın de. Sonra ben gelene kadar bu oda toplanacak der gibi "Ben ülkeye dönene kadar olaylar bitecek!" de. Ama dön gel ki çocuk inatçılığını sürdürsün bu defa da "Avm yapacak yer yok zaten" diye dönüş yap. Peki eğitim psikolojisinde bunun yeri ne hemen söyleyeyim: Ailelerin uyguladığı en sert veya en hoşgörülü tutum bile dengesiz tutumdan evla. 
Eylem yapılmalı, insan kendini ve şikayetlerini mutlaka ifade etmeli. Bu kişiyi önemli kılar. Öğrencilerimden parmak kaldıranlara söz hakkı vermediğim zaman olumsuz dönüt alıyorum. Neden? "Hocam beni görmüyorsunuz." diyorlar. Cevap olarak "Sizi görüyorum ama doğru cevabı aldım zaten" veya "Bu kadar yorum yeter." demem onları ilgilendirmiyor, hoşnut etmiyor. Ama sınıftaki herkes bir şekilde aynı yorumu yapsa da tek tek hepsini dinlemem öğrencilerimi memnun ediyor. Çünkü değer verildiğini, onları dinlediğimi biliyorlar. Ve tekrar hükumet. Dinle, sesini duyurmak isteyenleri. 
Gelelim yakıp yıkanlara ve gerçekten rahatsız olduğum bir durumda yolumuzu kapatıp evimize gitmemize izin vermeyen düşüncesiz eylemcilere. Eyvallah yapın eyleminizi ama benim yolumdan ne istiyorsunuz? Beni sancılar içinde kıvrandırmak size ne kazandırıyor? Gecenin bir yarısı uykusundan ettiğiniz kardeşimin sınavına geç kalması size ne kazandırıyor? Ya da sınava giren öğrencilerin okulunun yanında uyarılmanıza rağmen küfrederek, uyardığımız için işini yapan biz öğretmenlere "İşte bunlar da geleceği yetiştiren öğretmenler, tüüüüü!" demeniz size ne kazandırıyor? Bu konuda iletişimde yerini alır. Kişi kendisini karşısındakine anlatabildiği kadardır! 
Ne tencere tava çalarım, ne başbakana yalakalık yaparım! Ama kendimi en iyi şekilde ifade etmesini bilirim. Öğretmenim; öğrencimi düşünürüm. Vatandaşım; milletimi, toprağımı düşünürüm. Ülkemi bölecek varsa, laf edecek varsa Gezi Parkı eylemcilerinin arkasına saklanmasın da çıksın korkmadan ben buyum diye yürüsün! 
Arkadaş ortalık 80'lerdeki sağcı solcu olaylarına döndü. Babam anlatıyordu "Sakalına, bıyığına göre davranırdı insanlar; her sokağa elini kolunu sallaya sallaya giremezdin." diye. İş bu karmaşada oraya varacak diye korkuyorum. İnsanları içen-içmeyen, açık-kapalı diye ayırırsan al sana ülkenin hali! Hoşgörü gösteririm, hoşgörü isterim! O, bu diye ayırım yapmam; ayırım yapılsın istemem! 
Oh be! Rahatladım. Burak'a kızıyorum kaç gündür; yeter artık gerçekten sıkıldım kapat şu programları diye. Yapılan yorumları dinlemek istemiyorum diye o da bana laf ediyordu. Öyle ki dün bulduğu ufacık bir erkek grubunda bile seccadeler serili namaz öncesi 15 dakika ayakta bu muhabbeti ettiler. İşte kocacım sana yorumum :)

2 Haziran 2013 Pazar

Burak Gelirse

Tam bir ay olmuş yazmayalı. Daha önce yoğunluktan yazamıyorum demiştim meğerse yanlış amanda söylemişim. Asıl koşuşturma daha yeni geliyormuş :)) 
Koskoca bir ayda hayatım da benimle birlikte koşarak ilerledi. En önemlisi sevgili eşim Burak tezkeresini aldı :)) Annem ve kardeşlerim onu karşılamaya geldi. Benden iyisi yoktu. Annemler gittikten sonra biz de ufak bir tatile çıktık. Maşukiye'ye gittik. Gerçekten çok hoşumuza gitti. İstanbul'a da çok yakın. İki saatte ulaşıyorsunuz. Her yer yeşillik ve su. Hava da mis gibi. Cansu Otel'de kaldık. Herkese tavsiye ederim. HEm bungalovlar var hem de standart otel odaları. Hafta sonu şehir telaşından kaçmak ve dinlenmek için ideal. Cansu'ya giderseniz mutlaka kiremitte sucuğundan yiyin. Kendileri yapıyormuş sucuğu, lezizdi. Maşukiye'de alabalık tesisleri meşhur, alabalık pek sevmememize rağmen gelmişken yiyelim dedik. Ama Burakla tekrar karar verdik alabalık bize göre değil. Bir lezzeti, yağı yok balığın. Canım levrek, çipura dururken alabalığa hacet yok. Onun dışında Maşukiye hoş, gezilesi. Maşukiye'den bana en büyük hatıra sayısız tavla mağlubiyetim oldu :( Ama suç Burak'ta insan mahsus çaktırmadan hanımına yenilir. Der ki "Vallahi bravo, bak yine yendin." 
Sonrası İstanbul'a dönüş ve sınav koşusuna tam gaz devam. Son sınavımı da cuma günü bitirdim çok şükür. Yavrularım iki hafta sonra karne alacaklar. Onlar heyecanlı ben nedense onlardan daha heyecanlıyım :)) Önümüzdeki iki hafta boyunca da 12. sınıfların işletme dosyalarını inceleme ve beceri sınavlarıyla meşgul olacağız. Mezun olabilmeleri için beceri sınavını geçmeleri gerekiyor. Hepsi de geçecek, ben eminim. 
Burak dönünce hayatım bir garip oldu. Sanki yeniden tanışıyoruz ya da yeni evlenmişiz gibi hissettim. O kadar süre ayrı kalınca bir araya gelişimiz bir garip oldu tabi. Yeni aşıklar gibi sürekli gezmek, birlikte vakit geçirmek istiyoruz. Her fırsatta bir şeyler yapmaya uğraşıyoruz sanki geçen zamanı telafi etmek ister gibi. Geçen hafta ilk sinemamıza gittik :D Ironman'i izledik. Daha önce aldığım zevki alamadım serinin üçüncü filminden. Daha fazla aksiyon vardı ama nedense memnun etmedi beni. Tabi Burakla izlenen ilk film olduğu için hoştu, o ayrı :) 
Arada arkadaşlarımızın bazılarıyla görüştük. Akrabalardan gelenler oldu derken günler akıp gitti.  
Ama Burak Bey düzenimi bozdu. Kendimce oturttuğum düzenimi bir kez daha kuruyorum. Uyku düzenim bozuldu, yemek düzenim bozuldu, temizlik düzenim bozuldu. Adaptasyon aşamasındayım ve hemencecik yeni bir düzen kurmak istiyorum. Tek başıma plan yapmaya alışmıştım mesela. Şimdi bir şeyi yapmadan veya planlamadan önce onu düşünüyorum acaba müsait mi diye. Ya da benden habersiz program yapınca bozuluyorum. Neden; çünkü benim başka bir planım var o sıra! Arkadaş, düşününce hakikaten yeni evlenmişiz gibi. Böyle hissetmekte haklıymışım :D

3 Mayıs 2013 Cuma

Zaman Nasıl Geçmiş

Kardeş candır: ))Halid ve Tima
En son 23 Nisan'da yazmışım. Nasıl da geçmiş zaman. Başka şartlar altında olsaydık bu duruma üzülürdüm ama şimdi çok seviniyorum. Çünkü zaman geçtikçe Burak'ın gelişi o kadar yakınlaşıyor :) Bu süre zarfında neler oldu? Sınav yaptım, sınav okudum, veli toplantısına katıldım, gezdim, tozdum, kardeşceğezlerim geldi. Biri ta Ordu'dan kalktı geldi bir günlüğüne diğeri de Ankara yollarını eskitti benim için bu sene :)) Canlarım benim. Birlikte gezdik. Oturduk. Oyun oynadık. Su gibi geçen zaman onlarla da geçti. Ve gittiler :( 

Melis :)
Ali Kaan'ın şekerleri :)
  1 Mayıs'ta Dilek'e gittik. Sevgili bebeği Ali Kaan için çok tatlı şekerler hazırladık elceğezlerimizle. Tabi bir de Melis vardı Esin'in kızı. Emirgan'dan sonra bana iyice alıştı. Sevdim, sevdim, sevdim, sevdim, sevdim :)) Ben arabaya binmeyince bile beni istedi. Artık fahri teyzelik yapıyorum :))
Bu hafta sonu açık öğretim sınavlarında görevliyim. Tüm haftam sınav yaparak ve okuyarak geçecek. Haftaya ise bir gün temizlik bir gün de yine sınav :)) Sonra iki gün kocacığım gelecek diye mamalar yaparım veeeeee Burak'ı almaya havalimanına giderim :D :D Kim demiş 11 gün kaldı diye; işte geldi bile :)) 

Bu arada okuduğum kitapları yazmaya fırsat bulamadım gevezelik etmekten. Simyacı romanını herkes bilir. Ben okumakta geciktim. Hep felsefik, sosyolojik filan deyince yorumlar biraz ön yargılı baktım herhalde. Neyse efendim, okudum, beğendim ve etkilendim. Gerçekten insanların bambaşka bir bakış açısıyla hayata ve olaylara bakabileceğini çok güzel anladım. Paulo Coelho hala hayatta imiş. Ayrıca birçok kitabı var. Bundan sonra okuyacaklarım listesine onu da ekleyeceğim. Okumayanlara tavsiye ederim. Gerçekten akıcı ve tatlı bir dili var. 
Bugünlük bu kadar esen kalın :)

24 Nisan 2013 Çarşamba

Yoğun Mu Yoğun Haftanın Ardından :)

Cuma günü önce Rumeli Hisarı'na ardından da Emirgan Korusu'na gittik yavrularımla. Gerçekten çok güzel geçti. Fotoğrafları henüz alamadığım için yayınlayamıyorum ama dönüşüm muhteşem olacak :) Emirgan çok güzeldi her yer lale. Hava biraz serindi hatta ilk aşamada üşüdük. Ama hareket ettikçe havanın soğukluğu etkisini yitirdi tabi ki. Öğrencilerimin teklifiyle örümceğe benzer bir halattan tırmanarak asma köprüye çıktım. Üstelik yükseklik korkum var. Ne işim o kadar yukarıda bilmem :) Neyse asma köprünün sonunda yüksek ve dolambaçlı tünelde kaydırak var. Aşağı tek iniş yolu da o. Neyse köprüyü geçen buradan da kayar dedim bıraktım kendimi. Kaymayı o kadar unutmuşum ki o sırada kolumu fena sürttüm kaydırağa. Ama yaralanmayı bile özlemişim. Ne kadar uzun zaman olmuş oyun parkında yaralanmayalı. Bu heyecan bana bir süre yeter diye düşünüyorum :) Sonra voleybol oynadık kollarımız ağrıyana kadar. Ardından diğer öğrenci grubunun yanına dans pistine gittim. Biraz da orada eğlendik ve tabi ki günün her anında bol bol fotoğraf çekildik :)) Öğretmen olarak Seher Hoca, Perihan, Esin, Ünzile ve ben gittik. Öğrencilerimiz pırlanta gibi oldukları için bize hiç sorun çıkarmadılar sağ olsunlar. Onlarla bir arada olmak, memnuniyetlerini görmek beni gerçekten çok mutlu ediyor. Tabi bir de günün göz bebeği Esin'in biricik kızı Melis vardı bizimle. Allahım, maşallah o ne güzellik, o ne tatlılık. Önce biraz naz yaptı bize ama sonra alıştı. Oyun oynadık, kuş kovaladık, salıncağa bindik. Günün sonunda da otobüste kucağıma geldi ve uyudu. O kadar güzel bir şey ki insan bakmaya kıyamıyor. Nazar değdireceğiz diye korktuk bütün gün. Okuyup durduk bu güzelliği. 
Laleler solmadan Emirgan mutlaka görülmeli. Çayınızı demleyip termosunuza koyun, yokuşu tırmanmaya başlayın :) 
Cumartesi günü de sevgili Mine ve Ayşe geldi. Güzel bir sohbet ve sağlıklı yemeklerle geçirdik günümüzü. Pazar ise önce Beylerbeyi'ne gittim kahvaltıya. Üniversiteden biricik ev arkadaşım Burcu'nun anne ve babası Meral-Hayrettin Küçükateş çifti gelmiş yeni evlileri ziyarete. Ben de eksik kalır mıyım, hemen gittim yanlarına. O kadar Antalya'ya gittim Meral Teyzeyle görüşemedim burada kısmetmiş :)) Güzelce kahvaltımızı yaptık. Ardından da İstanbul'daki tek akrabam Behice Teyze'ye geçtim Ümraniye'ye (Annemin teyzesinin kızı). Böylece karşıya da ilk defa arabayla geçmiş oldum. Çok sevindiler. Gerçekten evlendiğimden beri gidememiştim. Ben de özlemişim çok iyi oldu. Sıla-i rahim (akraba ziyareti) önemli. Böylece haftayı bitirmiş oldum. 
Yeni hafta; yeni işler, yeni umutlar, yeni hayaller ve yeni mutluluklar bizi bekler... 

18 Nisan 2013 Perşembe

Yoğun Mu Yoğun Hafta

Bu hafta nasıl cuma oldu haberim yok. Şu an yorgunluktan gözlerim kapanıyor ama yazacağım diye inat ettim :) Artık resmen bir koro görevlisiyim :) Müzik eğitimcisiyim diyebilmeyi çok isterdim ama yeteneğim buna yetecek verecek ölçüde değil. Geçen yıl yıl sonu için bir sınıfla çok güzel bir koro hazırlamıştık. Hem şarkı söylemiştik hem de ritim araçlarıyla bir ritim gösterimiz vardı. Bu sene ki çıkışı Kutlu Doğum Haftası için hazırladığımız koroda yakaladık. Perihan Hoca bana ilk bu konuyla geldiğinde dedim ki "Hocam ilahi benim alanım değil. Ne söyleyebilirim ne de söyletebilirim. Bir kere repertuvarım yok." Baktık olacak gibi değil. Öğrencilere dinletiyoruz ama mümkün değil olmayacak, melodiyi yakalayamıyoruz. Aklıma babam geldi. Hemen aradım. Allah razı olsun elinde bulunan benim yavrularımın sesine uygun ilahileri hem kendi öğrencilerinin okuduğu şekliyle hem de enstrümantal olarak gönderdi. Başladık dinlemeye. Sonra da söylemeye. Bir kere dinleme aşamasından söyleme aşamasına geçmek bizim için büyük ümit oldu. Üstelik şimdiye kadar ne öğrencilerim ne de ben müzikle hiç çalışmadık. O kadar zevk aldık ki söylerken. Yavrularım da hemen kaptılar ezgiyi. Sınıfta zorla seyirci yaptığımız öğrencilerime dinlettik, fikir aldık, düzenlemeler yaptık. Ve son iki gündür provadayız. Gece adam akıllı uyuyamadım bile heyecandan. Bugün sabahtan ve öğleden sonra olmak üzere iki gösteride sahne aldık. O kadar güzel oldu, herkesten o kadar iyi tepkiler aldık ki çok sevindim. Hem öğrencilerim çok mutlu oldu hem de ben. Programın tamamı çok hoş oldu. Darısı bir daha ki etkinliklere :) 
Eve geldiğimde bugün kapıyı bile kapatmak istemedim. O kadar yorulmuşum ki... Zar zor yemek yedim, ayaklarımı uzattım, hala uzatıyorum :) Yarın sabah erkenden okula gideceğim yarın da gezimiz var :)) Çocuk gelişimi bölümüyle önce Rumeli Hisarı'na gidiyoruz, oradan da Emirgan Korusu'na. Hava sağanak yağışlı gösteriyor ama Allah'tan ümit kesilmez. Hayırlısı :) 
Bu arada diyeceksiniz bu muydu yoğunluk! Daha bitti mi bitmedi! Dün sabah kahvaltıya okuldan öğretmen arkadaşlar vardı. Hülya, Sibel, Emine ve Esin. Ateş alır gibi kahvaltı yaptık koştur koştur okula gittik. Hepimiz de nöbetçiyiz :) Bütün gün prova vardı. Akşam da açık lise dersi. Sonra eve geldim benle birlikte Nurgül ve Şüheda da geldi. Onlarla da oturduk çay içtik. Güzel oldu, iyi geldi. Cumartesi günü de Beylikdüzü ilinden misafirlerim var :)) Ama o macera bir daha ki yazıya :) 

7 Nisan 2013 Pazar

Ayşe Nur Kendini Aşar :))

Bu hafta beslenme konusunda kendimi aştım. Geçen sene çok sevdiğim ve pişirmekten de kaçınmadığım balıktan tiksinmiştim. Uzun süre balık yiyemedin. Bu sene kokusunu almadan
Levreğim ve salatam


pişince yemeğe başladım. Taki bu akşama kadar. Canım çok istedi ve yalnız lokantaya gitmek istemedim. Dedim hadi Ayşe Nur kalk kızım. Balıkçıya gidip bir levrek seçtim. Fırına atıp pişirdim. Korkumdan mutfak penceresini sonuna kadar açtım. Balığım pişince de salatamla afiyetle yedim :)) Balık dediğin hafta bir mutlaka yenmeli :)) Artık evde balık pişirmeye devam :))
İkinci bireysel başarım da süt. Beşinci sınıftan beri nesquik haricinde hiçbir sütü içemiyordum. Kokusu bile midemi bulandırıyor. Geçen hafta bir tarif öğrendim. Light sütler daha kokusuz oluyormuş. Light sütün içine bir adet gün kurusu kayısıyı küçük küçük doğruyoruz. İçine arzuya göre tarçın ve ceviz kırığı atıyoruz. Kaşık kaşık içiyoruz. O kadar lezzetli ki ben bile içtim, içiyorum :)) Bu haftada iki başarı kaydettim. Kendimi aştım :))
Cumartesi Eminönü'ne Dilek ve Esinle Ali Kaan bebeğe alışveriş yapmaya gittik. Allahım ne kadar güzel beşikler vardı. Salladım durdum. Ali Kaan bebeğe de bir sürü cici aldık. Bebek şekeri için malzemeleri de aldık. Şekerleri de yaptık mı artık sağlıcakla gelebilirsin bebiş. 
Ayşe'nin harika sofrası :)
Bu da Pierre Loti kahvesi
Bir de sevgili Ayşe'nin evine gittim. Mine, Şeyma ve Yusuf bebekle çay içtik. Yusufçuğumu uyuttum ayağımda. İki hafta nasıl da büyümüş. Maaşallah ona. Sevgili Ayşe de döktürmüş yine. Öyle güzel mamalar yapmış ki hepsi nam nam nam nam nam nam. Ellerine sağlık Ayşecim :)) 
Bu sabah da Eyüp Cami'ne namaza gittik. Gerçekten çok güzeldi. İnsan manevi havadan hemencik etkileniyor. Kesinlikle daha sık gidilmeli. Ardından da tabi ki Pierre Loti'ye kahve içmeye çıktık. Çok hoş bir manzara vardı. Gitmeyeli epey olmuş, özlemişim. 
Yoğun bir haftadan sonra güzel bir uykuyu hak ettim artık :)

3 Nisan 2013 Çarşamba

Oscar Dosyası 4: The Oscar Goes To Life Of Pi

Life Of Pi (Pi'nin Yaşamı). Çok etkilendim filmden. Yazıya böyle başlanır mı demeyin. Başlanır. Pi'nin yaşamı aslında isminin kısaltması Pi olan bir çocuğun sıra dışı hikayesini anlatıyor. Pi farklı düşünen ve farklı yaşayan bir çocuk. Hindistanlı olan bu çocuğun dini Hinduizm. Ama Pi çocukluğunda bir rahiple tanışıyor böylece aynı zamanda hristiyan da olmaya karar veriyor. Daha sonraki yıllarda müslüman biriyle tanışıyor; hindu, hristiyan ve müslüman olmaya karar veriyor. Tanrıyı farklı dinlerde farklı şekillerde hissediyor. Yetiştiği ortam ise bir hayvanat bahçesi. Burada hayvanlarla iç içe yetişiyor. Pi artık bir delikanlı olduğunda ailesi ile birlikte Kanada'ya gitmek için yol alırlar. Hayvanat bahçesindeki hayvanlar da gemiye yüklenir ve yolculuk başlar. Gemi okyanusun ortasındayken bir fırtına çıkar ve gemi ailesiyle birlikte batar. Pi, bir orangutan, bir zebra, bir sırtlan ve bir kaplanla(Richard Parker) aynı sandal içinde kurtulur. Doğanın kanunu vahşi hayvanlarla insan bir arada yaşayamaz. Bir süre sonra sandalda sadece Pi ve Richard Parker kalır. Diğerleri karnı acıkan Parker'ın kurbanı olmuştur. Pi ise yaşamak için onunla başa çıkmayı öğrenmelidir. Farklı farklı yöntemler dener, onun için balık avlar karnını doyurmaya çalışır. Ayrıca aynı botta yaşamayı öğrenmeleri de zaman alacaktır. Aylar süren zorlu seyahatten sonra Pi ve Richard Parker kurtulur. Pi yıllar sonra anlattığı hikayesinde Richard Parker olmasaydı uyanık kalmak zorunda olmayacağını ve denizin ortasında tek başına iken bu vahşi kaplanın kendisine arkadaşlık yaptığını söyler. 
Film farklı bir konuya sahip. Oyunculuklar çok güzel zaten Hintli oyuncu Irrfan Khan'ı çok severim. Pi'nin yetişkinliğini de Khan oynamış. Çocuk ve genç Piler de çok iyiydi. Suraj Sharma'nın oyunculuğu insanı etkilemeyi başarıyor. Filmin görsellerinden çok hoşlandım. Bir anda denizin içindeki dalgalardan hayvanat bahçesindeki hayvanların belirmesi, yıldızların helezonu, adadaki ışıklar ve küçük lemurlar hepsi etkileyiciydi. Müziklerin yeri ve tınıları hem farklı hem de yerli yerindeydi. Aslında film uzun ve filmin büyük kısmı deniz ortasında geçiyor ama ben hiç sıkılmadan izledim. 
Film en iyi yönetmen, en iyi görsel yönetmen, en iyi orjinal müzik, en iyi görsel efekt oscarlarını almış. Hak etmiş. 
İzledim, beğendim, farklı türde bir film izlemek isteyenlere tavsiye ederim :)

27 Mart 2013 Çarşamba

Hafta - Hafta Sonu

Aslında yazacak çok şey birikti ancak bir süre yazmak istemedim. Geçtiğimiz cuma yakın arkadaşım Azize'nin kız kardeşi hayata gözlerini yumdu. Böyle durumlarda ne yapacağımı ne söyleyeceğimi hiç bilemem. Benim için o kadar zor anlar ki. Vefat edenin ailesine destek olmak, onları daha da üzmemek için duygulansam da ağlamam, kendimi tutarım. Ama daha sonra kendimi öyle kasmanın acısı benden çok fena çıkar. İki gün kendime gelemem. Rahmetli dayımın cenazesinde de öyle olmuştum. Azize'ye ve ailesine sabır diliyorum. Allah mekanını cennet eylesin. 
Böyle üzücü bir haberle söze başlamak istemezdim ama bahsetmeden de geçemezdim. Geçen hafta neler mi oldu: Beylikdüzü şehrine Yusuf bebeği görmeye gitti. Sevgili Mine-Safa çiftinin biricik yavruları. Allahım o ne güzellikti öyle. Adıyla yaşasın, ismi gibi yakışıklı maaşallah :)) Gelene kadar ben baktım Yusufçuğa :)) Nasıl güzel bir şey. Tabi yorucu çünkü beyfendinin uyku diye bir şeyden hiç mi hiç haberi yok. Annesi babası ne yapıyor hiç bilmiyorum. Allah yardım etsin, sağlıcakla büyüsün :) 
Daha sonraki günlerde Nurgülcüğümle Kelebeğin Rüyası'na gittik. Duygularla dolu geri döndük. Daha önce APlus'ta gitmemiştim sinemaya. Salonları gerçekten çok güzeldi. Filme dönersek çekimleri gayet güzeldi. Yılmaz Erdoğan şairliğini ve şiir merakını konuşturmuş filmde. Beğendim. Etkilendim. Tabi sevgili Kıvançcığımı ve Mertçiğimi de es geçemeyeceğim. Kıvanç Tatlıtuğ o alıştığımız çekici halinden çok uzaktı ama oyunculuğu gerçekten güzeldi. Kambur duruşu, tırnak yemesi, çekingen halleri vs. Filmi izleyene kadar Zonguldak'taki mükellefiyet yasasıyla ilgili hiçbir bilgim yoktu. Bu filmden öğrendim. Bir de veremin aşısını ve tedavisini bulan doktorlara bir kere daha teşekkür ettim canı gönülden. Filmi izlerken kelebeklere üzüldüm, rüyalarını gördüm ve onlarla rüyadan uyandım. Hüzünlendim. Herkese tavsiye ederim. Gidin, izleyin. 
Bu hafta sonu Sezer annem ve Şevket babam Burak'ı ziyarete gidiyorlar. Burak için seviniyorum. Ne güzel annesini babasını görecek. Yine mamalar yapacağız onun için. Gün itibariyle şafak 48 :)) Ama 54'ten sonra sanki hiç geçmedi gibi geçen hafta. Bakalım bundan sonra nasıl ilerleyecek. Burnumda tütüyor derler ya bu artık burunu filan geçti :))
Okulda sınavlar yavaş yavaş başladı. Soru hazırlamalar, sınav yapmalar, kağıt okumalar :) Düşünüyorum da her ne kadar yorulsam da ben çok seviyorum öğretmenliği :))  

18 Mart 2013 Pazartesi

Oscar Dosyası 3: The Oscar Goes To Lincoln

Öncelikle şunu belirteyim filme geçtiğimiz pazartesi başlamıştım ama sonunu getirememiştim. Ve her ne kadar zorlansam da sonunda bitirdim. Abraham Lincoln ABD için çok önemli bir yere sahip. Hem iyi bir lider olmuş, hem iç savaşı bitirmiş hem de ABD'nin ayıbı olan zenci köleliğini kaldırmış. Film boyunca bu konu işlenmiş. Tabi bir de aile hayatı var, eşi ve çocuklarıyla olan iletişimi, sabrı, başkan ve eş olmanın zorluğu vs. Film güzel olabilir, emin değilim. Çünkü ben belirttiğim gibi çok çok sıkıldım. Belki bizim için, ülkemiz için çok önem arz etmediğindendir. Bilemiyorum. Lincoln'ü Daniel Day Lewis oynamış. Merak ettim acaba Lincoln de hafif kambur muydu yoksa aktör mü oynamış diye. Gerçekten öyle imiş Lincoln. Hafif boynunu büken sakin bir devlet başkanı. Zaten oscarı da en iyi erkek oyuncu olarak almış Daniel Day Lewis. 
Film için diyeceğim başka bir şey yok. En önemli nokta sıkılmış ve sıkılmış olmam. Allah'tan başka ödül almamış film. Yoksa kendimden şüphe edecektim. Bu yazıyı bile o kadar isteksiz yazıyorum ki anlatamam. Hiç zevk almadım ya :( 
Neyse sıradaki filmim Life Of Pi. Bakalım o nasıl gelecek? 
Not: Şafak 58 :)))))

11 Mart 2013 Pazartesi

Oscar Dosyası 2: The Oscar Goes To Les Miserables

Bugün de Les Miserables yani Sefiller'i izledim. Victor Hugo'nun yazdığı herkesin mutlaka bir defa okuduğu Sefiller. Konu özüne sadık kalmış. İlk önce bunu söyleyeyim. Yani uyarlama değil kitabın aynısı. Film müzikal olarak çekilmiş. Peki Sefiller müzikali kaldırmış mı; eh işte, neredeyse. Kadro müthiş tabi ki. Russel Crowe, Hugh Jackman, Anne Hathaway, Helena Bonham Carter ve diğerleri. Özellikle çocuk oyunculardan da etkilendim. Direnişçi çocuğu (Gavroche) Daniel Huttlestone oynamış. Çok da güzel rol yapmış. Bundan sonra Huttlestone'u takip ederim. Dediğim gibi kadro gerçekten çok iyi. Anne Hathaway film tanıtımlarında çokça yer alınca daha fazla rolü olur diye düşünmüştüm ama Cosette'in annesi rolündeymiş. Onun için sahnesi çok azdı. Ve o kadarcık sahneyle en iyi yardımcı kadın ödülünü aldı. Saçlarını ve dişini sattığı sahne sanırım bu ödül için yeterli olmuştur. 
Filmin müziklerinden birkaç yerde çok etkilendim. Birincisi ayaklanma sahnelerindeki şarkı, ikincisi kölelerin çalışırken söylediği şarkı, üçüncüsü ölüm sahneleri (özellikle direnişçi çocuğun ölümü), dördüncüsü ise küçük Cosette'in şarkıları. Sanatçıların kendi seslerini kullanması ayrı bir güzellik olmuş. 
Ne kadar söz söylersek söyleyelim Les Miserables zaten klasik, güzel bir klasik. Ben müzikalleri sevdiğim için çok sıkılmadım ama dram için yine de müzikal tercih edilmemeli. Filmin eğlenceli hiçbir yeri yok. Onun için sadece can alıcı sahnelerde müzikal havası olsaymış daha güzel olurmuş. En azından daha geniş kitleye hitap ederdi. Belki de alışkanlıklarımızdandır bu istek. Çünkü müzikal deyince aklımıza önce eğlence ve aşk hikayesi gelir. İçinde belki çok azıcık bir dram. Öte yandan tabuları yıkmak için bir adım olabilir. Bir de siz izleyin kendi yorumunuzu yapın derim. İyi seyirler... 

10 Mart 2013 Pazar

Oscar Dosyası 1: The Oscar Goes To Argo, Niçin?

Artık Eourovision, Oscar gibi uluslararası yarışmaların sadece politikaya dayandığına emin oldum. Konuyu izah edeyim: Argo filminde Ben Affleck'i görünce izlemekten vazgeçmiştim. Ta ki meşhur "The Oscar goes to Argo." cümlesini duyana kadar. Çünkü inanıyordum gerçekten kaliteli filmler burada ödül alır/almalı/alıyor. Filmi indirdim ancak bugün izleme imkanı buldum. Umudum çok yüksek. Film kesinlikle beni memnun edecek, eminim. Sahneler başladı. Hararetli ortam, İran halkı ABD'ye karşı ayaklanmış filan. Güzel. Gerçek bir hikayeden uyarlanmış, etkileyici. 15 dakika, 20 dakika, 1saat... Zaman geçmiyor. Film ilerlemiyor. Konular o kadar basit, o kadar yüzeysel. Rehinelerin neler yaşadığına dair sadece 2 dakikalık bir sahne. Esas kahramanların ne istediği, ne yaptığı tam anlaşılır değil. Film boyunca sanki sürekli bir şeyler eksik kalmış. Ve tabi Ben Affleck yine hayal kırıklığı. Oscarlar için "İdeolojik oyunlar bunlar" diyen kesim haklıymış. Film boyunca ABD iyi niyetli, çok başarılı, İranlılar'dan daha zeki, daha hızlı ve tabi ki başkalarının düşünüp yapamadığı şeyleri başarıyor! Yaşasın Amerika diyor ve film bitiyor. Ayrıca sevgili George Clooney'e de buradan teessüflerimi iletmek isterim. Senden böyle bir film hiç beklemezdim. Yada şöyle diyeyim: Sen sadece oyna, film yapma! 
Film sonunda olayın gerçek kahramanlarının fotoğrafları yayınlanmış. Hakkını verelim gerçekten karakterler tıpatıp benzetilmiş. Argo'ya en iyi film, en iyi uyarlama senaryo ve en iyi kurgu ödülleri verilmiş. Ben olsaydım bu Oscar jürisinde; üç ödülden en fazla en iyi uyarlama senaryoyu verir (o da çok zorlarsam) diğer ikisi içinse el sallatırdım Ben'e. 
Nedir bu arkadaş bu hafta bahtım kötü filmlerden yana; önce Snow White şimdi de Argo. Bir daha ki şansımı Les Miserables'dan yana kullanmak istiyorum. Bakalım ne olacak? Oscar Dosyası 2'de görüşmek üzere. Esen kalın...

7 Mart 2013 Perşembe

KKTC

Bu hafta sonu Burak'ın yanına Kıbrıs'a gittim. Heyecandan gitmeden önceki iki gün uyuyamamıştım. Kendimi uçağa attım, yastık istedim, başımı dayadım, uçağımız kalkışa geçiyor ardından da uçağımız iniş için hazırdır anonslarını duydum. Meğerse bu iki anonsun arasındaki 80 dakika boyunca aralıksız uyumuşum :)) Neyse indim. Daha önce Nurgül sayesinde ayarladığım taksici beni karşıladı ve kışlaya götürdü. Burak'ı karşımda görünce ne yapacağımı şaşırdım. Sarıldım ama hala şaşkınım. Neyse yanında komutanı da vardı. Aldılar beni bölüğe götürdüler. Biraz bekledik. Normalde akşam 5'te çıkmaları gerekiyormuş. Ben gittim saat 12:00. Allah'tan komutanlar izin verdi, ayrıldık birlikten. Otelimize yerleştik. Akşam gezmek için dışarıya çıktık saat 20:00 idi ancak in cin top oynuyordu yollarda. Her yer kapalı. Kimsecikler yok. Dedik bizim bilmediğimiz bir şey mi var! Meğer orada hayat böyleymiş. O saatten sonra açık tek yer casinolar. Ertesi gün öğle vakti denedik şansımızı tekrar. Her yer ana baba günüydü bu defa. Orada da Selimiye Camisi vardı. Kiliseden camiye çevirmişler. Büyük Han dedikleri bir han vardı. Turistler için restore edip sanat atölyeleri ve restoran olarak hizmete açmışlar. Lefkoşa'da gezip görebileceğimiz yegane yerler burası idi. Bir avuç çarşısı, bir avuç marketi ile küçücük bir yer. Evler müstakil fakat bakımsız ve eski binalar. Bahçeler de aynı şekilde. Belediyecilik anlayışı zaten yok. Kıbrıs'ta yaşamak istemem şahsen. Hatta tatil için bile gitmem. Belki Burak için son bir kez gidersem bilemiyorum :) Gelelim Burak'a. Askerlik hali ne kadar iyi olabilirse o kadar iyi işte. Memleket hasreti, uyku hasreti, yemek hasreti, mesleğini yapma hasreti, ayağını uzatma hasreti, hasreti de hasreti... O kadar garip bir hal ki diyor Burak, insan hiç aklına gelmeyecek şeyleri özlüyormuş. Mesela bir arkadaşı için benden pişmaniye istedi, çekirdek istedi, onları götürdüm. İyice duygusallaşmış benim sevgili eşim. Onu bu şekilde görünce üzüldüm gerçekten. Ama geçecek biliyorum. O da biliyor. Zaten kendi haline değil de uzun dönemlerin haline üzülüyor. Bu arada gün itibariyle 69 günümüz kaldı :) Az kaldı diye seviniyoruz ikimiz de :))) 
Dün zümre arkadaşım Fikriye'nin bebeği dünyaya gözlerini açtı. Adı Zeynep. Hastanede ziyaret ettik. Maaşallah bembeyaz ufacık bir şeydi. Allah analı babalı büyütsün. Darısını isteyenlere göstersin. 

25 Şubat 2013 Pazartesi

Ekmekler, Börekler, Muffinler Ve Gün

Çikolatalı Muffin
Kıymalı Börek
Yorulmuşum vallahi. Bugün günüm vardı. Nurgül, Şüheda, Edanur, Aynur, Kadriye Teyze ve misafir sanatçılar Fatma Teyze, Emine Teyze ve tabi ki Tima :) Dün Tima ile mutfağa girdik nam nam nam nam nam yemelik ikramlar hazırladık. hemen muhteşem menümüzü saymak istiyorum: Zeytinli rulolar, Akdeniz ekmeği, kıymalı börek, çikolatalı muffin, elmalı sürpriz tatlı, lahana salatası ve kuskus salatası. Eh daha ne olsun! Yanına da güzel bir çay :) Afiyetle yedik, karnımızı doyurduk. Ellerine sağlık Timacım. Sen olmasan nasıl yorulurdum kim bilir. Canım benim. 
Tabi bu arada çok sadece lak lak etmedik, Edanur bebek hediye şekerleri hazırladı Nurgülle, Aynur pazarlamacılık yaptı, biz kahve falı baktık. Sanırım bu sırada Tima mutfağı toplamakla meşguldü :))
Kardeşceğezimi yolcu ettim. Misafirlerimi uğurladım. Mutfağımı toparladım. 
Böyle anlatırken kolay da birazcık olaylı geçti akşamımız. Nurgüller geldiğinde tam bizim katta asansörde kaldılar. Biz onunla uğraşırken Burak aramasın mı! Ne yapacağımı şaşırdım. Bir yanda asansöre sıkışmış arkadaşım ve ailesi bir yanda günlerdir konuşamadığım beyim. Telefonu açtım "Şu an hiç müsait değilim Burak, Nurgüller geldi." dedim ve kapattım. Asansörde kaldılar diyemedim, aklı bende kalmasın diye. Neyse ki kurtarma çalışmaları uzun sürmedi. Hemencecik kurtardık sevgili ailemizi :))
Yarın öğlenciyim. Sabah mışıl mışıl uyuyacağım. Belli mi olur beyim arar belki...
Zeytinli Rulo
Resim yazısı ekle

Akdeniz Ekmeği
         

23 Şubat 2013 Cumartesi

Snow White And The Hunstman (Pamuk Prenses Ve Avcı)

Ne zamandır izlemeye fırsat bulamamıştım. Bu akşam Tima (kardeşceğezim Fatıma olur kendileri. Ben ona Tima demeyi daha çok seviyorum) ile izleyelim dedik. Ay demez olaydık. Allahım germiş de germiş kasmış da kasmış. Bu defa uyarlama izlediğime bin pişmanım. Bir kere kötü cadı Charlize Theron, pamuk prenses Kristen Stewart. Ve iddia ediliyor ki Pamuk Prenses cadıdan daha güzelmiş. Yok artık! Koskoca Charlize Theron'u bırak en güzel kızı kıytırık Kristen yap. Mümkün mü böyle bir şey. Göz var izan var! Ay çok sinirlendim. Neyse böylece sizi bu hatadan kurtarmak, uyarmak istiyorum. Ben ettim siz etmeyin :)) 
Tima demişken; dün akşam geldi kardeşceğezim. Bugün de tembel kahvaltıdan sonra Eminönü'ne gittik lokum almaya :)) Mısır Çarsı'nı gezdik. Ve fark ettik ki insanların ta yurt dışından gelip fotoğraf çektirdiği Yeni Cami önünde bizim fotoğrafımız yok. Hemen birinin eline tutuşturduk telefonu ve poz verdik. Valla iyi geldi Tima bana. Özlüyorum herkesi. Annemi, babamı, kardeşlerimi, sevgili beyimi :)) Bey demişken Burak ve bölüğünü dağa çıkardılar. Alarm vermişler, talim yapıyorlar. Olur da savaş çıkarsa ne yaparız diye. Çadırda yaşıyorlar 3 gündür. Banyo yok, yatak yok, telefon yok. Tulumlarla uyuyorlarmış. Ne kadar da kötü. Bakalım daha ne kadar devam edecek. Ben gidip kurtaracağım sevdiceğimi :)) Cuma günü yolcuyum malum. Kıbrıs'ı fethedip diyeceğim "Alın size nikah cüzdanı verin kocamı!" :)) 

16 Şubat 2013 Cumartesi

13 Şubat Ve Eti Ülker'e Karşı

13 Şubat doğum günümdü. Hiç olmadığı kadar yoğun ve toplantılarla geçti. Sanırım bu da Burak'ın yanımda olmadığını düşünüp de çok üzülmeyeyim diye Allah'ın bana yardımı :)) 
Doğum günü hediyelerimden bir tanesi Türk Kahve makinesi. Sezer annem almış. Bu sabah makinemi kurdum ve kendime kahve keyfi yaptım. Yanında da yeni lezzetim Eti Karam Gurme. Allahım şimdiye kadar bu çikolata neredeydi? Neden bu kadar geç kaldı? Çok başarılı bir çikolata kesinlikle tavsiye ederim. Benim için ilk defa bir çikolata Ülker antep fıstıklıyı geride bıraktı. Tebrikler Eti ve teşekkürler bu doyurucu lezzet için :))
Bugünümü kendime ayırdım. güzelce uyudum. Sevgili eşim uyandırdı telefonla :)) Kahvaltımı yaptım, kahvemi yudumladım, gazetemi okudum, filmimi izledim ve ufacık da ev işi. Yarın çok yoğunum. Sabah Beylerbeyi'nde Sezer annem ve Şevket babamla kahvaltı, öğleyin canım arkadaşım Burcuyla çay molası, akşam da diğer canım arkadaşım Nurgül'ün nişan bohçası seremonisi :)) Of yazarken bile yoruldum :)
Bu arada geçen hafta okulumuz taşındı. Ders programlarımız alt üst oldu. Zümre arkadaşım Fikriye doğum iznine ayrılınca onun programı açıkta kaldı vs. Fikriye ayrılınca onun programını ben aldım. Şimdi bir gün sabahçı, 4 gün öğlenciyim. Düşününce 10. sınıfları daha iyi tanımak ve seneye onlarla hazırlanmak iyi olacak. Ama sevgili sabah grubumu bırakmaya kıyamadım. Allah'tan program desi hala bende, böylece 11'lerden bir sınıfla da olsa kopmayacağım. Merak ediyorum acaba seneye onları mezun ederken ne yapacağım? Geçen yıl 12. sınıflar mezun olduğunda bir garip hissetmiştim ki ders paylaşımımız çok azdı. Bu yıl ki 12. sınıflarla biraz daha fazla. Gelecek senenin 12'leri ise elimde büyüdü :)) 
Bu kadar öğrenci dedikosu yeter. İnsan doğası gereği iletişim kurduğu kişilere bir şekilde bağlanıyor. Ve onları kaybetmek, onlardan ayrılmak zor geliyor. Kim bilir, belki de yıllar geçtikçe öğrencilerimin gelip gitmesine alışacağım ya da onları asla unutmayacağım. Bu konuyu 5-6 sene sonra tekrar görüşelim ;) 

10 Şubat 2013 Pazar

Dolu Dolu Sömestr

Allahım yazmayalı ne kadar uzun zaman olmuş. Nereden başlasam ki... Öncelikle Antalya: Antalya'ya botlarla giden ben, piştim. Sanki Nisan ayı gibi hava sürekli sıcak. Anneciğim 29 Ocak'ta ameliyat oldu. Kulağında tümör varmış. Riskli bir operasyondu yüz sinirlerine değip hasar verebilirdi (yani yüz felci). En büyük korkumuz da buydu zaten. Ama çok şükür emin ellerdeydi. Doktorumuz Şurzan Kandemir sağ olsun çok iyi iş çıkardı. Üç saat süren ameliyatın ardından annem sağ salim odasına çıktı. Dün ben gelmeden önce dikişlerini aldırdık. Gitgide daha iyi olacak inşaallah. Hastane ortamı o kadar kötü bir şey ki. Hele ki ameliyathanenin kapısında beklemek. Allahım o saatler hiç bitmeyecek sandım. Allah beterinden korusun. Kimseye dermansız dert vermesin. Ayrıca bu pazartesi fizik tedaviye başladı annem. İki ay önce menisküs ameliyatı olmuştu ama aksamadan yürüyemiyordu ve ayağını rahat hareket ettiremiyordu. Bir kere daha doğru egzersizin neler yapabileceğini annemle birlikte gördük. Gerçekten de 5 günde bile ayağı bayağı bir açıldı. Anneme takılıyorum 50 yaşına gelmeden vücudunu yeniliyorsun diye. Kısacası Antalya biraz stresli, yorucu ve mutlu geçti. Geri gelmek de bir hayli zor oldu tabi. Özellikle Furkan çok etkileniyor bizim ayrılışlarımızdan. "Sözde iki ablam bir de abim var. Hani nerede, neredeler? Hepsi teker teker gidiyor. Hani kardeştik? Ne anladım bu işten!" diye feryat ediyor artık. Herkesin bir hayatı olduğunu anlayacak kadar büyümedi daha. 
Dün akşam ise İstanbul'a döndüm. Dönüp arkama bir baktım ki koskoca iki hafta geçmiş. Burak gittiğinden beri en hızlı geçen günler bu iki hafta oldu. Bugün Nurgül'ün nişanı vardı. Akşam oradaydım. Onu öyle görünce o kadar duygulandım ki. Nurgül benim 2004-2005'ten beri arkadaşım. Dile kolay. Ayrıca aynı dönemden arkadaşlarımla da görüştüm uzun süre sonra. Nişan vesile oldu. Sevgi, Özde ve Hülya da vardı. İnsan şöyle dönüp bakınca nasıl derdi ki liseden sonra 8 yıl geçecek de kimimiz evli, kimimiz nişanlı, kimimiz bekar birimizin nişanında tekrar bir araya geleceğiz. Kendimi yaşlılar gibi hissettim. Ah ben gençken diye :)) 
Nişan çok güzel oldu. Arkedeşceğezim ablası Edanur ile yaptığı cupkeklerden nikah şekeri niyetine dağıttı. Çok sevimliydi hepsi. Eve geldim. Hüzün çöktü üzerime. Gece boyunca dalga geçtim lafta Burak yok yastayım ben oynamam diye. Meğer laf değil de ta içimde hissediyormuşum eksikliğini. Her zaman dua ediyorum ona da bana da sabır ver Allahım diye. Elbet geçecek bu zaman. Sömestr tatili gibi, aylardır beklediğimiz Nurgül'ün nişanı gibi. 

26 Ocak 2013 Cumartesi

Antalya'ya Yolculuk

Birazdan Antalya'ya doğru havalanacağım. Annemlere, aileme kavuşacağım ama içim bir buruk nedense. Halbuki Burak'a da daha çok yakınlaşacağım ama bu bile içimi düzeltmiyor. Salı günü ameliyat olacak annem. Kulağında tümör varmış. Bir orada duymamıştım bu tümör olayını o da oldu. Allah'tan iyi huyluymuş. Ama iç kulakta olduğu için biraz riskli bir operasyon. Malum kulaktan birçok sinir geçiyor. Doktor yüz sinirleri, duyma sinirleri zarar görebilir demiş. Korktuk doğal olarak. Aklınıza geldikçe dua edin lütfen. Ailecek sessiz bir telaşın içindeyiz anlayacağınız. İçimin sıkıntısını da şimdi adlandırdım böylece. Bir süre yazamayacağım. Sanırım dönüşte yazacak bir sürü konum olacak. O zamana kadar esen kalın, dua edin lütfen... 

21 Ocak 2013 Pazartesi

Once Upon A Time (Bir Varmış Bir Yokmuş)

Yeni bir diziye başladım. House'dan sevdiğim oyuncu Jennifer Morrison'u görünce dikkatimi çekti. İsmi "Once Upon A Time(Bir Varmış Bir Yokmuş)". Adın da anlaşılacağı gibi masalları bir daha görüyoruz bu dizide. Hepsi tanıdık kahramanlar, mekanlar ama masalların gidişatı ve sonuçları biraz daha farklı. Hiç ummadığınız bir anda beklemediğiniz bir karakter orta ya çıkıyor. Veya gerçekleşen olaylar karakterlerin oluşmasını sağlıyor ve nasıl ortaya çıktığına şahit oluyorsunuz. Mesela Kırmızı Başlıklı Kız'da bildiğimiz olay Kurt'un onu ve ninesini yemesiydi. Ama dizide Kurt'un ta kendisi aslında Kırmızı Başlıklı Kız. 
Bir Varmış Bir Yokmuş'un konusu ana hatlarıyla şöyle: Pamuk Prenses'in üvey annesi Kötü Kraliçe ondan öç almak ister ve çok kuvvetli bir büyü yapar. Ülkedeki herkesi Bilinmeyen Yer diye adlandırdığı bir yere gönderir yani dünyamıza. Laneti kaldırmanın tek bir yolu vardı Pamuk Prenses'in kızı. Büyü etkisini göstermeden önce Prenses Gepetto'ya büyülü ağaçtan bir dolap yaptırır ve kızını içerisine koyar. Dünyaya onlardan farklı bir yere gönderir. Tam 28 yıl sonra bu kız bir şekilde annesinin ve ülkedeki herkesin hapis gibi yaşadığı şehre kurtarıcı olarak gelecektir. Ancak şehirde Kötü Kraliçe ve Büyücü hariç kimse nereden geldiklerini, nerede doğduklarını hatta o şehirden başka bir yer olup olmadığını bilmez, merak da etmez. Hafızları tamamen silinmiştir. 28 yıl geçer. Kurtarıcı şehre gelir ve olaylar başlar. 
Dizide aklınıza gelebilecek her masal kahramanı yer alıyor; Uyuyan Güzel, Gepetto, Pinokyo, Cricket(Cırcır Böceği), Kötü Kraliçe, Pamuk Prenses, Frankestein, Yakışıklı Prens, Kaptan Hook, Kırmızı Başlıklı Kız, Mulan, Yedi Cüceler, Periler, Şapkacı, Harikalar Diyarı ve Kraliçesi, Kral Midas ve daha çoğu... Hepsinin hikayesi daha farklı. Hayal gücünün kalıp tanımaması ve herkesçe bilinen masalların korkmadan yeniden uyarlanması çok hoşuma gitti. Bu defa farklı noktalara değinilmesi, masalların yeniden yazılması çok eğlenceli olmuş. Beğendim, dikkatimi çekti. Masallara farklı bir yönden bakmak isteyenler için tavsiye ederim. İyi seyirler :))

19 Ocak 2013 Cumartesi

Beylikdüzü Şehrinde Ev Gezmesi :)

Bugün gezmekteydim. Mine'nin evine gittik kızlarla. Ev taaaaaaaaaaaa Beylikdüzü'nde olunca epey yol katettik. Allahım git git git git git git bitmiyor yol. 9.sınıfta biz de Beylikdüzü'nde oturuyorduk ve ben her gün okul için Yenibosna'ya gidip geliyordum. Meğer insan alışıyormuş. Şimdi aklım almadı. Dedim nasıl gidip gelmişim onca yolu. 
İlk defa gittim Mine'nin evine bir türlü kısmet olmamıştı. İlk defa gittim ama Burak'ın hatırasıyla karşılaştım hatta kullandım :) Biz evlenmeden önce gitmiş Burak ve -adettendir- ev hediyesi olarak çay takımı götürmüş. Onun aldığı bardaklarla çay içtik hep birlikte, hoşuma gitti :) 
Burak aklıma gelince hemen konudan uzaklaşıyorum :) Bunun için hemen Mine'ye geri dönüyorum :) Beylikdüzü'ne kadar rahat rahat gittik. Gittik gittik gitmesine de evi bulabilene aşk olsun. Aynı yerde tur attık durduk. Sağa, sola, aşağıya, yukarıya. Tam biz evi ararken güzel bir yağmur başlamasın mı! Yağmur değil afet mübarek. Dolu yağdı. Neyse evi bulduk. Bu defa Ayşe'nin minik meleği Zeynep ıslanmasın diye bizim paçalar su gibi olacak şekilde apartmana koştuk. Kapıya vardık. O da ne! Telefonda Mine var ama kapıda kimse yok. Meğer yan apartmanmış. Doğru evi bulunca bir süre kızlara söylenmekle geçti vaktim. Mine'nin Yusuf'u olacak. Karnı tostoparlak olmuş maaşallah. Bir beşiği var ki çok tatlı. Bayıldım. Allah sağlıcakla kucağına almayı nasip etsin. Güzel güzel konuştuk Yusuf Beyle. O da bana hıçkırıkla cevap verdi :)) Zeynep Hanım ise dedikodulardan geri kalmamak için ısrarla uyumayı reddetti :)) Bol sohbetle geçti vaktimiz. Sonra nam nam nam mamalarımızı yiyip, çaylarımız höpürdete höpürdete içtik(kocamın hediye bardaklarıyla tabi ki). İkindi namazlarımızı kılıp tekrar döndük İstanbul'a :) 
Arkadaşlarla toplanmak, konuşmak, sohbet etmek iyi geliyor insana. Bu arada iki yeni tarif öğrendim. Bir tanesi çıtır börek, diğeri ise patatesten bozma içli köfte:) Börek Mine'nin, köfte Şeyma'nındı. Löp löp yemekten fotoğraflarını çekmeyi akıl edememişiz :) Bu defalık affedin. Bir daha ki sefere inşaallah. 
Ama size Sezer annemin (kayınvalidem) benim için yaptığı sütlacı paylaşabilirim :) Çok güzel yapıyor gerçekten. Tabi Şevket babanın (kayınbabam) da balıkları var nam nam yemelik:) (Arkadaş bütün gün yemekle geçmiş geriye bakınca. Bu haftasonları bize yaramayacak anlaşılan:) )
Bir daha ki lakırdıya kadar hoşçakalın. 

17 Ocak 2013 Perşembe

Öğretmene Laf Edenin Dili Uzasın!

Yaklaşık 1-2 haftadır çok yoğunuz öğretmen kadrosu olarak. Konuları yetiştir, sınavları hazırla, sınav yap, sınav oku, notları e-okula gir, sözlüleri ver, projeleri gir, karne notlarını gir, işletme notlarını al, işletme dosyalarını incele ve dahası.... Hani diyorlar ya öğretmenler 3 ay tatil yapıyor diye; yalan. Bir defa öğrenci o kadar tatil yapıyor, öğretmen değil! Ayrıca öğretmen maaşları herkesin gözüne batıyor. Yarım gün çalış tam maaşı cebe indir diye. Acaba hangi memur sabahın 7'sinde işbaşı yapıyor? Ya da herhangi bir devlet dairesinde saat 17:01'de işlem yapan bir tek memur gördünüz mü? Hayır, göremezsiniz çünkü mesaileri bitmiştir. Hatta yetişmeyen işler için 16:00 veya 16:30'da işi bırakanlar bile var. Ama öğretmen derse girmek zorundadır. Sınavları okumak için son derse girmemezlik yapamaz. Okuldan sonra saatlerce yaptığı sınavları tek tek okur. Hepsini e-okula girer. Sınav evraklarını saklar. Hele bir de uygulamalı sınavsa yandık. Hafta sonu toplantılar olur katılır. Öğrencilere işletme ayarlar. Her işletmeyle öğrenciyi korumak için papaz olur. Bu da yetmez fiziksel sıkıntıların dışında öğrenci düşük not aldığı zaman ondan çok öğretmen üzülür. Neden düşük aldı diye. Tüm bunları hesaba katmadan bize verilen tatil kendi bilmezler tarafından çok görülür. Maaşlar ağza sakız olur. Bence devler öğretmenlere sadece sınav okuma için bile ikramiye vermeli. Geçen yıl tam 12 farklı derse girdim (Açık lise hariç). Sınıf mevcutları 33-52 arasında değişiyordu. Hepsinin en az 2 sınav olduğunu varsaysak, ortalama 40 kişi desek toplam 960 kağıt eder. Her bir kağıt en az 10 dakikada okunsa 9600 dakika (160 saat) eder. Nerede benim 160 saatlik ek ücretim? 
Velhasıl sinirliyim öğretmenliğe laf edenlere. Kendini değil bizi bilmeden konuşanlara. Yarım günmüş, al sana yarım gün! Bu arada hesaplamanın içine öğretmenin evde derse hazırlanması, kaynak araştırması, veri toplaması vs yok. Başkasının işini, maaşını araştırıp laf edeceğine kendi işini yapsan bu ülke şimdiye çoktan kalkınmıştı! 

13 Ocak 2013 Pazar

Vizyonda Kanunsuzlar (Lawless)

Kanunsuzlar Film Afişi
Burak daha gitmeden önce evde izlemiştik Lawless'ı. Vizyona girip girmediğine bakmamışız. Hafta sonu sinema haberlerinde vizyona girdiğini duyduğumda şaşırdım. Madem vizyonda ben de ev sinema severi olarak güncel filmimiz hakkında yorumları yazayım dedim.  
Öncelikle izlerken film uzun gibi geldi bana çünkü ilk dakikalar fazla akıcı değildi. Sonra birden bire açıldı , olaylar ardı arkasına geldi. Oyuncu kadrosu, farklı konusu ve gerçek bir hikayeden uyarlanmış olması dikkatimi çekti. Filmin konusu şöyle: Amerika'da içkinin yasak olduğu dönemde üç erkek kardeş işlettikleri lokantayı kullanarak kaçak içki üretip pazarlarlar. Bulundukları kasabada polis dahil herkes bu aileye saygı duyar çünkü büyük kardeşin ölümsüz olduğuna dair söylentiler vardır. Başına gelen kazalara rağmen hep bir şekilde kurtulmuştur ve görünürde kimsenin hakkını yemezler. Ürettikleri içki de kaliteli olunca kimse bu kardeşlere dokunmaz. Ta ki kasabaya gönderilen yeni üst düzey yetkiliye kadar. Bu yetkili hem acımasız hem de kanunlara uymayanları asla affetmeyen bir yapıya sahiptir. İki büyük kardeş bu adamceğizden çekindikleri için daha dikkatli çalışmaya karar verir. Ancak en küçükleri bir an önce zengin olup sevdiği kızı etkilemek istemektedir. Bunun için büyük ağabeyinin boğazından kesilip hastanede yattığı zamanı fırsat bilir. Yavaş yavaş en yakın arkadaşıyla ürettiği içkileri pazarlamaya başlar. Ve her seferinde daha büyük sevkiyatlar yapar. Üretim için ormanın derinliklerinde bir işletme kurar. Burada daha fazla içki elde edip pazarlar. Ancak bir gün rüyasından uyanır. Sevgili kötü adamımız bunları takip eder, üretimhaneyi basar. Küçük kardeşin arkadaşını öldürür. Küçük kardeş intikam almak için bu adamın üzerine gider. O ise tüm polis teşkilatını toplamış onu yol üzerindeki bir köprüde bekliyordur. Yavrucak intikam ateşiyle ona hamle yapacakken iki büyük ağabey yardıma gelir. Çatışma başlar. Polisler bu duruma daha fazla dayanamayıp kendilerini de yakmak istemezler ve silahları bırakırlar. İki büyük ağabey delik deşik olur yere yığılır. Küçük kardeş de vurulmuştur ancak son güçle kalkar, yaralı kötü adamın peşinden gider ve köprünün tam ortasında intikamını alır. Şimdi sanırsınız ki bu kardeşceğizler öldü. Cık ölmedi. Hele ki büyük kardeşin boğazını kestiler yine de dayandı 4-5 kurşun yarasıyla ölünür mü hiç :)) Son sahnede birkaç sene atlanır ve hepsi evli-mutlu-çocuklu üçleminde gösterilir. Kanunsuzluk son bulmuştur. İçki yasağı kalkmıştır. Tabi ki kadınlar adamları yola getirmiştir :) 
Kanunsuzlar (Lawless) güzeldi. Tavsiye ederim. Nedense gerçek yaşam öyküleri beni çok etkiliyor. Hatta filmin sonunda bu hikayeyi yaşamış olan gerçek kişilerin fotoğrafları ve şimdi nerede oldukları da paylaşılmış. Belki de bu yüzden sevdim filmi, kim bilir? 

8 Ocak 2013 Salı

Karlar Düşer

Karlar düşer. Ayşe Nur okula arabayla gitmeyeceği için daha erken kalkar. Yüzünü yıkar, dişini fırçalar. Üzerini giyinmeden der dur bir bakayım haberlere. Ve görür ki okul tatil olmuş. Arkadaşlarına haber verir. Tekrar yatıp uyumak ister ama uykusu açılmıştır ve yüzünü yıkadığına o kadar pişman olur. Zorla gözlerini kapatır. Telefonla açar ve Burak Ayşe'yi uyandırır :))  Böyle tatil olacaksa hep olsun :) 
Güzel uyandım bugün. Kahvaltıda ananemin yaptığı -benim elceğizlerimle hazırladığım konserve domatesle- menemeni yedik nam nam nam. Öğleden sonra ise karda güzel bir yürüyüş yaptık dedoş ve ananemle. 
Arkasından Nurgülle Cem Yılmaz'ı izleyelim diye sinemaya gittik. Hobbit'e girdik ve ilk yarıda çıktık :) Öyle çok sıkıldım ki ikinci yarıyı bekleyemedim. Nerede Yüzüklerin Efendisi nerede Hobbit? Ne heyecan var ne hareketlilik. Üzerine bir de iki kilogramlık 3D gözlükleri ekleyince sınırları zorladık. Eminim ikinci yarıda başlayacaktı macera ama biz daha fazla tahammül edemedik. Bekle bizi Cem, geleceğiz sana tekrar :))
Yarın da tatil oldu. Bakalım yarın ne yapacağız. Öyle çok kitabımı bitirmek istiyorum ki. Oturup saatlerce okuyabilirim. Penceremin önündeki koltuğa yerleşip kucağıma alırım kitabımı. Bir de güzel müzik kulağımda. Önce müziğimi dinler bir kendime gelirim sonra da kitabımla kendimden geçerim. Ay şimdiden canım çekti. Hemen yarın olsun :))
Canımın çektiği müziklerden bir ikisini paylaşayım sizinle de... 
Not: Gece dinliyorsanız odanızın ışığını kapatın ve dinlerken karı izleyin. Nasıl da hoşunuza gidecek... 
http://www.youtube.com/watch?v=hlSbSKNk9f0
http://www.youtube.com/watch?v=P_uBQ9jvAZU