30 Aralık 2012 Pazar

Sayılı Günmüş; Peh!

Bugün bir kere daha yolcu ettim Burak'ı. Bu defa Kıbrıs'a. Herkes ağız birliği yapmışcasına aynı şeyi söylüyor teselli etmek için "Sayılı gün çabuk geçer." Bir ben farkına varamıyorum herhalde şu sayılı gün mevzunu. Bunu diyenler hiç kendilerine soruyorlar mı acaba "Ben beklerken bana zor gelmemiş miydi? Zaman hemen geçmiş miydi?" Çevremde askere gidenlerin günü bana hızlı geliyor. Bir bakıyorsun gitmiş bir bakıyorsun gelmiş. Ama ya bunu çeken. O günleri sayan, sabreden için günler nasıl geçti acaba? Zor. Gerçekten zor. Burdur'da 17 gün kaldı Burak ama bana o kadar uzun, o kadar bitmez bir zaman gibi geldi ki... Hele artık son saatlerde. İstanbul-Antalya uçakla 1 saat sürüyor. Bu yolculuk benim için bitmedi sanki. Neyse kışlaya gittik. Yemin töreni oldu, askerle üstlerini değişip dağılacaklar. Burak'ı o kalabalıkta bulamayacağım ya da herkes gelecek ama o gelmeyecek diye öyle korktum ki. Onu karşımda görene kadar geçmek bilmedi dakikalar. Bugün yolcu ederken ise hemencik uçağın kalkış saati geldi. Burak gitti.  
Döndüğü zaman her şeyi unutacağıma, hiç olmamış gibi hayatıma devam edeceğime eminim. Ama o zamana kadar da bu duygu asansörü içimde inip çıkmaya devam edecek biliyorum. Ve zaman istediği zaman çabuk istediği zaman ise yavaş geçecek. Allah tüm asker yolu bekleyenlere, ailelerinden ayrılıp uzaklara gidenlere sabır versin, dayanma gücü versin. 

24 Aralık 2012 Pazartesi

Frederic Chopin İle İçsel Yolculuk

Chopin'i çok severim. Dinlemeyeli epey olmuştu. Bugün aklıma düştü yine. Nedense birçok klasik müziğin içinde bana huzuru en çok hissettiren Chopin. İnsan bir hoş oluyor dinlerken, durduk yere yüzü gülüyor sanki, sakinleşiyor. Açtım klasörümü, Chopi'i seçtim ve bir de bakmışım ki yazıyorum. Parmaklarım sanki klavyenin tuşlarına değil de havaya nazikçe basıyor gibi. Dinlediği müziğin insanı değiştirdiği ne kadar da gerçek. Hani hep anlatırlar ya bir deney yapılmış: İçinde pirinç olan bir su kavanozuna sürekli ağır rock gibi sert müzikler dinletilmiş bir diğer kavanoza ise daha yumuşak sesler dinletilmiş. Bir süre geçtikten sonra sert müzik dinleyen kavanozdaki pirinçler kararmaya başlarken diğer kavanozdaki pirinçler ilk hali gibi bembeyaz duruyormuş. Bu deneyi ben yapmadım ne derece doğru bilmiyorum. Bir dergide okumuştum yıllar önce. Ama çok mantıklı geliyor. Değil mi ki moralimiz bozuk olduğunda sadece depresif müzikler dinlemek istiyoruz. Veya neşeli olduğumuzda hareketli kıpır kıpır şarkıları tercih ediyoruz. Kişinin giyimi, dinlediği müzik, izlediği ekran, edindiği arkadaş... Hepsi birer kişilik etkileyici faktör. İnsanın ruh halini tamamen etkiliyor. 
Klasik müzik dinlemezsek olmaz. Klasik müzikten Chopinsiz kalırsak hiç olmaz :) İşte bilmeyenler veya ilk defa dinleyecek olanlar için aslında sıkça duyduğumuz fakat kime ait olduğunu bilmediğimiz bir Chopin klasiği; iyi dinlemeler. Hoşça vakit geçirin :) 
http://fizy.com/#s/3wkn1k

20 Aralık 2012 Perşembe

Kış Geldi Mi Ne?

Dün akşam yorgunluktan deliksiz uyuyan Ayşe Nur gece yaşanan deli fırtınadan habersizdir. Sabah panjuru açtığında karla karışık yağmura şahit olur fakat dedesinin "Kar yağacak" sözünü hafife alır. Çok geçmeden Balkanlar klimasını İstanbul'a doğru üflemeye başlar ve soğuk hava kendini kar olarak gösterir...
Kış gelmedi gelmedi derken işte sana kışın alası. Hem de okul tatil ettiren cinsten. Havaların soğumasına şikayet ediyoruz, ısınmasına şikayet ediyoruz ya aklıma öğrencilerim geldi. Ödevi bir ay önce verirsin şikayet ederler. Sınavda bütün konulardan sorumlu tutarsın şikayet ederler, iki konudan sorumlu tutarsın neden az diye şikayet ederler :) İnsanları da Allah'ın öğrencileri gibi düşünürsek hep bir şikayet hep bir şikayet :) Bunun için karar verdim sıcak da "Neden sıcak!" soğuk olunca da "Neden soğuk!" demek yok. "Oh çok şükür hava soğudu; oh çok şükür hava ısındı." diyeceğim. Miyim acaba?
Emin değilim. Şimdi soğuk havada üşümüyorum ya söylemesi kolay geliyor. Bir üşüsem eminim şikayet edeceğim yine. İnsan demek ki hangi yaşta hangi durumda olursa olsun memnun olmayacak bir şey buluyor kendine. Boşuna dememişler insanoğlu nankördür diye :)
Velhasıl kış geldi, pir geldi. Sahlepler pişti. Ceviz eklendi. Tarçın serpildi. Sıcacık içildi. Bir de Ayşecik kıvamını tuttursaymış da muhallebimsi olmasaymış daha güzel olacakmış :)) Sevgili dedeciğim ve anneanneciğim beğenseler de bir daha ki sefere daha sıvı yapacağıma eminim. Size tavsiyem pencerenin önüne koltuğunuzu çekin, karın yağışını izlerken sıcacık sahlepinizi yudumlayın. Afiyet olsun :)
Not: İstanbul da oturanlar için tavsiyem; Eminönü'nde Kuru Kahveci Mehmet Efendi'nin sahlepi harika oluyor.

19 Aralık 2012 Çarşamba

Babies :))

Babies(Bebekler) belgeselini bitirdim bugün. Bitirdim dediğime bakmayın 90 dakikalık bir belgesel. Dünyanın dört farklı ülkesinde dört farklı aile ve kültürde doğan dört bebek ve bebeklerin gelişimlerini görüyorsunuz Bebekler'de. Yeni doğanların isimleri Panijao(Namibya), Bayarjargal(Moğolistan), Hattie(ABD) ve Mari(Japonya).
Namibyalılar kabile halinde yaşıyor. Sıcaktan dolayı kuraklık fazla. Şu meşhur Afrika kabileleri vardır ya hepimizin zihninde, işte o resmin devamı bu belgeselde. Bu insanlar ne yer, ne içer, bebeklerini nasıl besler, nasıl oyun oynar? Panijao nasıl büyüyor siz de görmelisiniz.
Diğer ülke Moğolistan. Burada da göçebe yaşam var. Evlerde değil çadırda yaşıyorlar ancak televizyonları, cep telefonları ve bazı elektronik cihazları var. Bunun dışında hayvancılık yapıyorlar. Bebekleri doğunca öyle bir kundağa sarıyorlar ki bebek başını bile oynatamıyor. Bayarjargal'ın kısmetinde bir de abi var, sürekli onu ağlatan.
Japonyalımız Mari, oyuncağını nasıl oynayacağını keşfedemeyip odasında ağlayınca annesi değil gelip onu susturmak, kontrol etmek için bile gelmiyor. Sevgili Japoncuk her işini kendi yapmak zorunda. Ayrıca Mari'nin annesi yaşıt bebekleri olan bir anne grubuna dahil. Böylece hem aldıkları kurs eğlenceli geçiyor hem de kurs bitiminde Mari arkadaşlarıyla oynayabiliyor.
Gelelim Amerika'ya. Amerika'da diğer ülkelerin aksine Hattie doğal ortamla fazla iç içe değil. Anne-baba sürekli onun peşinde. Kitaplar okunuyor, taklitler yapılıyor, havuza giriliyor, kurslara gidiliyor. Diğer bebeklere göre bağımsızlığı biraz daha kısıtlı.
Beni en çok etkileyen tabi ki Panijao oldu. Onun ailesi, yaşadığı ortam ve bakım şekli bizden diğer bebeklerden çok farklı.
Babies belgeselini izlemenizi kesinlikla tavsiye eder. Kültürler arasındaki bebek yetiştirme farklılıkları gerçekten belgeseli izlenmesi gerek bir hale getirmiş.
Çocuğu olan olmayan herkese şiddetle izlemesi tavsiye olunur.
İşte size fragman: http://www.youtube.com/watch?v=1vupEpNjCuY  İy, seyirler :))

Bir Dakika 36 Saniye

Filmlerde hep duyarız bir hastanın kurtulmasının dakikalara hatta saniyelere bağlı olduğunu. Birisini kaybettiğinde eşimiz dostumuz "Zaman her şeyin ilacıdır." der avuturuz. Ve avunuruz kaybettiğimizin acısının zamanla azalmayacağını sanarak. İnsan zamanla her şeye alışır mı? Evet, alışır. En iyi hale de en kötüsüne de alışır. Dün Burak aramadığ/arayamadığıı için o kadar üzüldüm ki bugün okulda ne ders işlemek içimden geldi, ne de gülmek. İçinde bulunduğum tatsızlığı o kadar farkındaydım ki öğrencilerime haksızlık ettiğimi düşündüm. Suratsız, kayıtsız bir öğretmen kim ister ki; kim hak eder! Bu vicdan azabı okul sonuna kadar tatsızlığımla birlikte geldi. Sonra gün içinde şunları gördüm: Okuldaki öğretmen arkadaşlarım, lise arkadaşlarım, üniversite arkadaşlarım, Burak'ın arkadaşlarının eşleri, ailem, görümcem, kayınvalidem, kayınbabam herkes bana destek olmaya çalışıyor. Kendilerine göre doğru şekillerde teselli etmeye çalışıyorlar beni. Durup düşündüm bir. Şükürler olsun. Ne kadar iyi iki aileye sahibim. Ne kadar vefalı arkadaşlarım var. İçim rahatladı, yüzüm güldü. Ardından bir kere daha şükrettim bu güzel nimet elimden alınmasın diye. Çünkü bugün fark ettim ki Burak yanımda olsa da olmasa da ben yalnız değilim. 
Ve akşam telefondan gelen sevdiğimin sesi güldürdü beni. Ey sevgili; sen nelere kadirsin. Günlerce, saatlerce beklenen konuşmanın ardından 1 dk 36 sn'lik ir görüşme bile nasıl etkiliyor insanı. 
İnsan dönüp bakmalı bir kendine, bir de çevresine. Beni tanıyıp beni sevenler kimler? Gerçek arkadaşlıklarım nerede? Ya da gerçek arkadaşlığım var mı?

15 Aralık 2012 Cumartesi

Bekarlara Askerlikle İlgili Tavsiye

Sevgili beyim artık asker ocağında. Ben anneanneciğim ve dedemle birlikte evimdeyim. Ne de çabuk geçti bu hafta, hiç anlayamadım. Ve bu hafta arkadaşların ve akrabaların ne kadar önemli olduğunu bir kere daha anladım. Burak'ın tezkeresi için dua edenler, güle güle demeye gelenler, yanımda olduklarını söyleyen ve beni sürekli arayan arkadaşlarım... Herkese minnettarım.
Akılla ya da duyguyla yaşayan herkese bir tavsiyem var; erkek askere gitmeden evlenmeyin! O kadar zor ki insanın eşini yollaması. Sanki elim ayağım bir anda gitti. Eksik kaldım. Bir elim, bir gözüm ve iki kulağım sürekli telefonda. Süpürge çalışırken sanki telefon çalıyormuş gibi ikide bir bakıyorum, her telefon çalışına koşuyorum ki bugün koşarken bileğimi burktum, fena acıyor. Telefonu açamayacağınız veya duyamayacağınız hiçbir yerde bulunmak istemiyorsunuz. Arayınca da konuşma süresi saniyelerden dakikaya çıkınca seviniyorsunuz.
Hayat çok garip. Hiç anlamadığınız bir şekilde fena halde bağlanıyorsunuz eşinize. Bu bağlılık öyle evlilik öncesi gezmelerdeki heyecan, hasretlik, özlem gibi değil. Bu başka bir özlem. Bu başka bir hasretlik. Sürekli aklım onda bir kere. Ne yapıyor, ne yiyor, ne giyiyor, hasta mı, koşuyor mu, bekliyor mu, kitap okuyor mu, namazını kılabiliyor mu, mı mi mu mü....
Her bahsedişinde insanın yüreğinin sızlaması, ufacık bir hatırlamada gözlerinin dolması ve ona belli etmemeye çalışmak da cabası.
Çok şikayet ettim ama bekarlara ders olsun diye.
Bu mesafe içimi daha çok yaklaştırıyor ona. Hayırlı tezkereler canım...
Sevgili kardeşim Fatıma ve arkedeşceğezim Nurgül'ün bana ithaf ettikleri şarkıyı ben de sizinle paylaşıyorum :))
http://www.youtube.com/watch?v=q7uaE8aQSpI

7 Aralık 2012 Cuma

Gidin Görün Çocukluğunuza Dönün (Oyuncak Müzesi Gezisi)

 Bugün öğrencilerimle -güçlükle de olsa- Oyuncak Müzesi'ne gezi düzenledik. Sunay Akın'ın yıllar süren emeğinin sonucu Oyuncak Müzesi. Çok güzel, farklı ve insanı başka bir boyuta götüren düzenlemelerle harika bir dizayn olmuş. Denizaltı odası, tren kompartmanı, vahşi batı odası, evcilik odası ve daha çoğu mevcut müzede. Ayrıca kompartmanda trenin hareket halindeki sesi, uzay odasında loş ışık ve parlak yıldızlar, vahşi batı odasında çalan kovboy şarkıları, denizaltında balıklar... Var da var anlatmakla bitmez. Masallardan fırlamış gibi bir kafeterya, havadar bir bahçe. Sözlerle anlatması çok zor olan bu müzeyi biraz da fotoğraflarla anlatayım size. 






Sallanan atlar 




 Müzenin çatı katı da gerçeğe uygun düzenlenmiş





Mona Lisa'nın oyuncağı :) 



Kibrit kutuları içinde eğitici bloklar ve en sağda ilk tangram :)




Çizgi romanlardan esinlenerek yapılan ilk oyuncaklar




Çizgi romanlar da oyuncaklarla birlikte sergileniyor 













































Nazi Almanyası'ndan sonra üretilen oyuncaklar















Kurşun asker, şövalye, savaş gemisi, tank vs...




Mickey ve Mini Mouse oyuncakları, kuklaları. Çok tatlılar değil mi :)






Pinokyo, Gepetto, Goofy, Donald Duck 





            Şövalyeler ve leydiler






Sunay Akın'ın Oyuncak Müzesi için aldığı ilk oyuncak bu beyaz at imiş (İyi ki almışsın Sunay Akın) 



                


İlk oyuncak robot 





Kennedy'nin üretilen ilk ve son oyuncağı. Oyuncak seri üretime geçtikten bir süre sonra Kennedy suikasta uğrayınca üretim durdurulmuş. 

Star Trek ve 
Star Wars 
oyuncakları 




Ahşap oyuncaklar







                
               Her çocuğun eğlencesi lunapark




Okulların eski versiyonu :)) 
                               En sevdiğim oyuncaklardan biri, pastacı :)))   (üstte)






Bu da tercihim; ayakkabı dükkanı, hepsi benim :))








Ve beklenen oyuncak; Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan 






Yeniçeri oyuncağı 
























Şehzade ve Osmanlı Kadını






Kırım Savaşı'ndan sonra Türk Asker'ini temsil için yapılan oyuncak
  



Hitler'in Türkler'i II. Dünya Savaşı'na sokmak için yaptırdığı propaganda oyuncağı








       Türkler'e ait oyuncaklar



















İlk okuma kitabım Cin Ali serisi :)) Çocukluğum :))












1960 ülkemiz oyuncakları 

Yeşil mızıkadan, su fışkırtan yüzükten, mantar tabancasından benim de vardı :)
Oynadığım oyuncaklar müzelik oldu, yaşlandım mı ne?








     Origami örnekleri
  






            İlk Barbie Bebekler








        Terzi malzemeleri















Onca oyuncaktan, kareleyebildiklerimden birkaçı sadece bunlar. Size tavsiyem gidin görün çocukluğunuza dönün. İyi gezmeler :)

6 Aralık 2012 Perşembe

Öğretmen Olmak

Öğretmen olalı çok olmasa da bazı şeyler öğrendim mesleğimden. Öğretmenlik özveri istiyor, sabır, anlayış, bilgi, açık fikirlilik, saygı, empati, hayal gücü, yaratıcılık, farklılık, sağlıklı iletişim, duygu ve daha çoğu... 
Öğretmenlik; daha önce hiç yapmadığın, kimsenin kahrını çekmediğin, laf yersen susmadığın halde öğrencilerle ilgili işini halletmek için sustuğun, yuttuğun zamandır. Öğrencilerin sevincini gördüğünde dünyayı kurtarmış gibi sevinmendir. Senden yeni bir şey öğrendiklerinde, bunu kullandıklarını gördüğünde omuzlarının kalkmasıdır. Seni gördüğünde gülüyorsa öğrencilerin, selam veriyorsa sokakta sana, yılda bir kere gününü kutluyorsa en büyük hediyeden evladır öğretmene. Sen ders anlattıkça sana yeni şeyler öğretiyorsa öğrencilerin, gözlerinin içine "anlat öğretmenim" der gibi bakıyorlarsa, seninle birlikte gülüyorlarsa ve istiyorlarsa senden, o öğrenciler vazgeçilmezdir bir öğretmen için. Öğretmen olmak demek; o gün yüzü gülmediğinde öğrencinin fark etmek, neler yapabileceğini merak etmektir. Annesinin hasta olduğunu öğrendiğinde onunla birlikte üzülmektir. Staj yerinden bir şikayet duyduğunda kendin hata yapmış gibi üzülmek, övgü duyduğunda ise onun için sevinmektir. 
Öğretmenlik, fedakarlık demektir. Hasta olup rapor aldığında dersler boş geçerse nasıl geri kalacaklarını düşünmek, onlar için bir hemen iyileşmek istemektir. Yaz tatilinde öğrencilerini rüyanda görmek, onları özlemek, neler yaptıklarını düşünmektir. Okumadıkları kitapları duyunca üzülmek, okuduklarını paylaşmak istemektir. Sınavda başarısız olduklarında kendinde hata aramaktır. Üniversiteyi kazandıklarında onlarla birlikte çığlık atmaktır. Hele bir de öğretmen olduklarını gördüğünde... 
Öğrencilerin gözünde öğretmen nasıldır? Bir velinin gözünde öğretmen kimdir? Öğretmen sadece öğreten midir? Öğretmen sadece dersini anlatıp sınıftan çıkıp giden midir? Değilse kimdir, nedir? 

5 Aralık 2012 Çarşamba

Duygular

İnsanın içinde yaşadıkları anlamlı veya anlamsız çok derin. Duygular bazen hiç ummadığınız bir anda sanki saatlerdir içinizde tutuyormuşsunuz gibi ansızın dışarı atıverir kendini dilinizden. Ve siz ne olduğunu anlamazsınız bile. Bazen iyi olur bu patavatsızlığın sonucu bazen kötü. Ben bugün kötü olanını yaptım sanırım. Burak'ın gitme günü yaklaştıkça duygusallığı abartıyorum. Hiçbir şey yokken, ufacık bir kelime, bakış ne olursa artık bana gideceğini hatırlatmaya yetiyor. Ve işte o apansız çıkan kelimeler dökülüyor ağzımdan. Halbuki biliyorum ben duygusallaştıkça o da ne yapacağını bilemiyor. Kadın değil miyim işte; hep bana diyorum iş duygusallığa gelince. Sanki her zaman güçlü olması, ayakta durması gereken erkekmiş gibi... 
Mantığa gelince iş, en ölçülü kararı verebileceğime inanıyorum. Ama işin içine birazcık ruh katarsam..... İşte o zaman hiçbir kararımın arkasında duramam. Kabul etmek gerek ki hayatımın hangi safhasında mantığımı kullandıysam veya kullanmadıysam pişman olmadım. Demek ki insan mantığı ve duygularıyla insan. Demek ki beden beyinle ve ruhla yaşıyor. Demek ki Ayşe Nur ağlasa da sızlasa da Burak'ı paşa paşa askere gönderiyor...

2 Aralık 2012 Pazar

İBB Tesisleri Hayal Kırıklığı

İBB şehrin en güzel yerlerine sosyal tesisleri kurmuş. Bunlara bir yenisini de daha eklemiş; Çatladıkapı Sosyal Tesisleri. İyi de etmiş. Siftahını yaptık bu akşam. En son Fethi Paşa Korusu'ndaki sosyal tesislere gitmiş ve memnun kalmamıştık yemeklerinden. Ben bugün de gitmek istemedim lakin çoğunluğa uydum. Denize sıfır olduğu için temiz hava gayet iyi. Lakin hizmet çok kötü. Özellikle Meksika soslu bifteğin sosunu neredeyse biz gidip getirecektik havalimanından. O kadar yavaş geldi siparişlerimiz. Lezzet de gerçekten iyi değildi. Çay içmek, temiz hava almak için gayet iyi olabilir ama iş karın doyurmaya, lezzete gelince sosyal tesisler çok geride kaldı. Hemen bir dilekçe yazdım İBB'ye, bakalım ne cevap gelecek yada cevap gelecek mi? Taze kan gerek İBB mutfağına. 
Çirkin yemek sohbetinden çirkin bir konuya daha geçeyim; Burak yarın sınava girmek için Tekirdağ/Çorlu'ya gidecek. Halbuki kura ile hiç alakası yokmuş bu sınavın. Bir prosedür daha işte. Arkadaş askere gitmek neden bu kadar zor hiç anlamadım. Bence askerlik gönüllü bir iş olmalı. İsteyenler gitsin askere. Gidenlere de maaş bağlansın. Yada adamakıllı sıkı bir eğitim versinler, 60 günde bitirsinler eğitimi. O 6 ay, 15 ayda neymiş :S

1 Aralık 2012 Cumartesi

Bir Cumartesi Sabahı Hikayesi

Burak'ın askere gitmesine 11 gün var :( Günümüz sayılı ve az olunca evde yapılması gereken ne kadar eksik varsa bir haftadır bunları tamamlama yolunda Burak. Avizenin büyük gelen ampulleri, çerçevelenmeyi bekleyen puzzlelarım, koridora asacağımız çerçevelerin fotoğrafları vs... Bu sabah biraz dinlenmek istedi kocacığım ve işe gitmedi. Ben de ona gitmeden önce yemek istediği şeyleri sormuştum ve sabah bir tanesi yapmaya karar verdim; pizza :) Evlendiğimizden beri ısrarla yapsam da bir türlü tam kıvamı bulamamıştım. Şimdiye kadar ya hep ince ya da kalın olmuştu. Bu sabah şeytanın bacağını kırdım :) İlk defa tam istediğimiz kıvamda oldu :) Sıradaki yemekler arasında mantı ve fıstık sarma var :)
Akşamleyin vedalaşma ziyaretlerine başlıyoruz. İlk olarak Burak'ın halasına davetliyiz. Her yörenin adeti farklı. Burak önce tüm akrabalarını gezecek "Allah'a ısmarladık"  diyecek. Sonra onlar da "güle güle" demeye gelecek. Halaya ilk defa gidiyoruz evlendiğimizden beri. Bizde eli boş gitmek istemedik. İki güzel torun için oyuncaklar aldık. Ben de ev halkı için vazgeçemediğim "balkabaklı sakızlı muhallebi" yaptım. Bakalım ilk ziyaret nasıl geçecek? Ben daha ziyade buruk oluyorum düşününce bile. Sabah baktığımda Burak'a aklıma sadece on gün sonra gideceği geliyor. Bu halim onu üzüyor biliyorum, görüyorum. Bu defa da onu üzdüğüm için üzülüyorum. Allah herkese hayırlısını versin. Onun için de ettiğim dua aynen böyle. Allah hakkımızda neresini, nasıl hayırlı gördüyse öyle olsun. Çünkü biz insan aklımızla görüp anlayamıyoruz, bilemiyoruz. O her şeyin en iyisini bilir. Bakalım nereye gidecek benim beyim :)
Hafta sonu geldi, evim beni temizle diye bağırıyor :) Süpürge zamanı :)
PS: Pizza çok güzel olmuştu yaaaaa :)))

Masa Oyunlarıyla Merhaba

Üniversitedeki web site merakımın istikrarsız olması sonucu eşim benim için ideal çözümü blogda buldu. Bakalım teorisi ne derece doğru olacak :)


Masa oyunlarına çok meraklıyım jenga, tabu, monopoly, pictureka, labyrinth derken bugün kocacığım benim için trivial pursuit aldı. Arada bir çıkan sorular "bu da ne?" dedirten cinsten. Eğitici mi derseniz "evet", eğlenceli mi derseniz "evet". Biz ailecek çok beğendik. Tabi bir de ben kazanınca oyunu, çok daha eğlenceli oldu benim için :) Üniversitedeki ev arkadaşım Esra'nın hobisi oyunlardaki soruları ve cevapları ezberlemek. Oyunu aldığımı söylediğimde ilk tepkisi soruları ezberlediği oldu. Şimdi sen gel de Esra'yla bu oyunu oyna. Esra sana sesleniyorum; hafızanı daha kıymetli şeyler için kullan arkadaşım. Bizim oyunlarımızdan ne istiyorsun :p Düşününce neden bu oyunları bu kadar seviyorum? Küçüklüğümden beri ailemle oyun oynarız akşamları. Okuma-yazmaya geçmeden önce evcilik, dama, babayı iki yastık arası sandviç yapıp yemece vs... Tabi okur-yazar olunca oyunlar da farklılaştı. Önce seviyeye göre bum daha sonra hırsız-polis ve zirve nokta isim-şehir oldu. Masa oyunlarının yaygınlaşmasıyla evimize monopoly çakması milyarder girdi(Ananemin en sevdiği oyunlardan olmuştur milyarder). Birkaç yıl devam etti milyarder modası. O yetmeyince jenga geldi, tabu geldi, lise geldi, üniversite geldi geldi de geldi... Her oyun ortamı beraberlik ve eğlence olarak kaldı. Aile tatillere, arkadaşlar okul zamanına kaldı. İnsanın olumlu paylaşımları her zaman hoş bir anı olur. Bir anda sebepsizce mutlu eder insanı. Demek bu masa oyunları sevdası da çocukluğuma dayanıyor :))
Burak askere gidince her hafta sonu pijama partisi yapmayı düşünüyorum. Masa oyunları da vazgeçilmez olacak. Esracım seni çağırıp çağırmama konusunda hala emin değilim. Bilmiyormuş gibi yapabilir misin acaba :D Ne çok sataştım sana.  Şaka bir yana seni çok seviyorum Esraaaaaaa :)) İlk güncemi de böylece bitiriyorum.