Evet iki aylık zamanı telafi etmek için aklıma geldikçe
yazmaya karar verdim. Bu ay bizim için çok özel. Kasım’da aşk başkadır dedik;
13 Kasım 2011’de evlendik Burakla. Bu yıl ikinci senemizi tamamladık. Evlilik
yıl dönümümüz için Burak hoş bir organizasyon yaptı. Büyükada’da yeni restore
edilmiş bir butik otele gittik. Otelin içi çok hoş dekore edilmişti. Yüksek
tavanlar, İngiliz tarzı mobilyalar, yaz ve kış bahçesi... Gerçekten çok samimi
ve güzel bir ortamdı. Sabah kış bahçesinde güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra
başladık ada turuna. Burak hazırlıklı gelmiş. Elimizde Büyük Ada haritası, kendi
kendimize rehberlik etmeye başladık. Meydandaki saati herkes soluna alırken biz
sağımıza aldık ve başladık yürümeye. Tek korkumuz benim çabuk yorulmam ve
belimin ağrımasıydı. Faytona binelim dedik ama o kokuya katlanmam mümkün
değildi. Ada sokaklarında yavaş yavaş ilerledik. İlk aşama beni biraz zorladı
çünkü o gördüğümüz yokuşun hiç sonu olmadığını düşündük. Çık Allah çık, çık
Allah çık. Neyse ki yokuşun bir ucu düzlüğe çıktı J Tepede Eski Rum Yetimhanesi’ne gittik. Bina
terk edilmiş yalnızca bir bekçi kulübesi var. Yetimhane’yi merak ediyordum çünkü
daha önceki günlerde CNNTürk’te bir programda görmüştüm. Bu yetimhane’de
yetişen bir rahip anlatıyordu. Eskiden bu binada Ermeni yetimleri kalıyormuş.
Bina 5 katlık; ilk katlarda yemek salonu, konferans salonu ve derslikler
mevcutmuş. Üst katlarda ise yatakhaneler varmış. Verilen eğitim zamana göre
kaliteliymiş. 60 darbesinden sonra
-yanlış hatırlamıyorsam- bir gece binanın oturmaya dayanıklı olmadığına
dair yazı gelmiş ve aynı gece yetimhane boşaltılmış. Fakat sonrasında binanın
onarımı için hiçbir çalışma yapılmamış. Üstelik devlet araziyi Ermeni
Patrikhanesi’ne de bırakmamış. Binanın tamamı ahşap olduğu için yıllar içinde
çürümüş. Ermeni Patrikhanesi geçtiğimiz yıllarda yasal bir mücadele başlatmış
ve yetimhanenin mülkiyetini geri almış. Şimdi ise projeleri; sadece Ermeniler
için değil tüm halkın kullanılabileceği bir kültür merkezi inşa etmek. Binanın
tarihi dokusu birçok fotoğraf sanatçısı ve mimarı etkilemiş. Hatta yıkım
başlamadan önce son kez bir fotoğraf sanatçısı (ismini hatırlamıyorum) ekibiyle
birlikte binanın çekilebilecek her karesi için deklanşöre basmış. Şimdi ise
yıkım mı bekleniyor, maddi destek mi bekleniyor yoksa yasal süreç aşamasında
bir bilgim yok.
Yetimhane’den sonra mesire alanına geldik. Buraya kadar
faytonlarla çıkan sevgili turistler üşenmeden 1 km daha tırmanıp Aya Yorgi
Kilisesi’ne varıyorlar. Ama tabi ki tabanvayla o tepeye ulaşan Ayşe Nur’u
hiçbir kuvvet 1 km daha tırmandıramazdı. Mesire alanından sonra başladık yokuş
inmeye. En güzel kısım buydu o saatten sonra J Ada sokaklarında yürüdük. Sonbaharla birlikte tüm
ağaçlar sarı-turuncu tonlara bürünmüş. Ada atmosferine uygun ahşap eski evler,
cumbalar, deniz kokusu hafif yağmur nemi... Çok tatlı bir yürüyüştü bizim için.
Gezimiz sırasında bir de Hamidiye Cami’ne geldik. Sultan II.
Abdülhamit tarafından yaptırılmış. Mimarisi geleneksel cami tarzına uygun
olmadığı için çok eleştirilmiş. Burada geçen tatlı hadisemizi de anlatayım
size: Cami avlusunda bir banka oturmuş Burak’ı beklerken burnuma aşure kokusu
gelmeye başladı. Tam da Muharrem ayının 9. Veya 10. günü. Neyse Burak
geldiğinde söyledim aşure kokuyor diye inanmadı bana. Ben o muhteşem burnumla
havayı koklaya koklaya dolanmaya başladım, çevredeki evlerden geldiğine
inandığım sırada Burak’tan rica ettim imama sorması için. Bir baktım Burak’ın
elinde bir kase ve iki kaşık J
O an yediğim en lezzetli aşure gibi geldi bana o tabak :)) Burak şaşkın şaşkın
bana bakarken dedim “Bu hamile burnu Burakcım, yanılmaz!”
Güzel yürüyüşümüzden sonra tekrar saat kulesine vardık ve
turumuzu tamamladık. Akşam vapuruyla da
İstanbul’a geri dönük. Bizim için tatlı, yorucu ve tadında bir gezi oldu. Artık
yağışlar başladı ama yumuşak sonbahar havasında gitmek yazın gitmekten daha
mantıklı. Böylece güneşin yakıcılığını ekarte etmiş oluyorsunuz J
Büyük Ada temiz havası, sokakları ve güzel evleriyle gezilesi...
Bir daha ki yazıya kadar esen kalın JJ