26 Ocak 2013 Cumartesi

Antalya'ya Yolculuk

Birazdan Antalya'ya doğru havalanacağım. Annemlere, aileme kavuşacağım ama içim bir buruk nedense. Halbuki Burak'a da daha çok yakınlaşacağım ama bu bile içimi düzeltmiyor. Salı günü ameliyat olacak annem. Kulağında tümör varmış. Bir orada duymamıştım bu tümör olayını o da oldu. Allah'tan iyi huyluymuş. Ama iç kulakta olduğu için biraz riskli bir operasyon. Malum kulaktan birçok sinir geçiyor. Doktor yüz sinirleri, duyma sinirleri zarar görebilir demiş. Korktuk doğal olarak. Aklınıza geldikçe dua edin lütfen. Ailecek sessiz bir telaşın içindeyiz anlayacağınız. İçimin sıkıntısını da şimdi adlandırdım böylece. Bir süre yazamayacağım. Sanırım dönüşte yazacak bir sürü konum olacak. O zamana kadar esen kalın, dua edin lütfen... 

21 Ocak 2013 Pazartesi

Once Upon A Time (Bir Varmış Bir Yokmuş)

Yeni bir diziye başladım. House'dan sevdiğim oyuncu Jennifer Morrison'u görünce dikkatimi çekti. İsmi "Once Upon A Time(Bir Varmış Bir Yokmuş)". Adın da anlaşılacağı gibi masalları bir daha görüyoruz bu dizide. Hepsi tanıdık kahramanlar, mekanlar ama masalların gidişatı ve sonuçları biraz daha farklı. Hiç ummadığınız bir anda beklemediğiniz bir karakter orta ya çıkıyor. Veya gerçekleşen olaylar karakterlerin oluşmasını sağlıyor ve nasıl ortaya çıktığına şahit oluyorsunuz. Mesela Kırmızı Başlıklı Kız'da bildiğimiz olay Kurt'un onu ve ninesini yemesiydi. Ama dizide Kurt'un ta kendisi aslında Kırmızı Başlıklı Kız. 
Bir Varmış Bir Yokmuş'un konusu ana hatlarıyla şöyle: Pamuk Prenses'in üvey annesi Kötü Kraliçe ondan öç almak ister ve çok kuvvetli bir büyü yapar. Ülkedeki herkesi Bilinmeyen Yer diye adlandırdığı bir yere gönderir yani dünyamıza. Laneti kaldırmanın tek bir yolu vardı Pamuk Prenses'in kızı. Büyü etkisini göstermeden önce Prenses Gepetto'ya büyülü ağaçtan bir dolap yaptırır ve kızını içerisine koyar. Dünyaya onlardan farklı bir yere gönderir. Tam 28 yıl sonra bu kız bir şekilde annesinin ve ülkedeki herkesin hapis gibi yaşadığı şehre kurtarıcı olarak gelecektir. Ancak şehirde Kötü Kraliçe ve Büyücü hariç kimse nereden geldiklerini, nerede doğduklarını hatta o şehirden başka bir yer olup olmadığını bilmez, merak da etmez. Hafızları tamamen silinmiştir. 28 yıl geçer. Kurtarıcı şehre gelir ve olaylar başlar. 
Dizide aklınıza gelebilecek her masal kahramanı yer alıyor; Uyuyan Güzel, Gepetto, Pinokyo, Cricket(Cırcır Böceği), Kötü Kraliçe, Pamuk Prenses, Frankestein, Yakışıklı Prens, Kaptan Hook, Kırmızı Başlıklı Kız, Mulan, Yedi Cüceler, Periler, Şapkacı, Harikalar Diyarı ve Kraliçesi, Kral Midas ve daha çoğu... Hepsinin hikayesi daha farklı. Hayal gücünün kalıp tanımaması ve herkesçe bilinen masalların korkmadan yeniden uyarlanması çok hoşuma gitti. Bu defa farklı noktalara değinilmesi, masalların yeniden yazılması çok eğlenceli olmuş. Beğendim, dikkatimi çekti. Masallara farklı bir yönden bakmak isteyenler için tavsiye ederim. İyi seyirler :))

19 Ocak 2013 Cumartesi

Beylikdüzü Şehrinde Ev Gezmesi :)

Bugün gezmekteydim. Mine'nin evine gittik kızlarla. Ev taaaaaaaaaaaa Beylikdüzü'nde olunca epey yol katettik. Allahım git git git git git git bitmiyor yol. 9.sınıfta biz de Beylikdüzü'nde oturuyorduk ve ben her gün okul için Yenibosna'ya gidip geliyordum. Meğer insan alışıyormuş. Şimdi aklım almadı. Dedim nasıl gidip gelmişim onca yolu. 
İlk defa gittim Mine'nin evine bir türlü kısmet olmamıştı. İlk defa gittim ama Burak'ın hatırasıyla karşılaştım hatta kullandım :) Biz evlenmeden önce gitmiş Burak ve -adettendir- ev hediyesi olarak çay takımı götürmüş. Onun aldığı bardaklarla çay içtik hep birlikte, hoşuma gitti :) 
Burak aklıma gelince hemen konudan uzaklaşıyorum :) Bunun için hemen Mine'ye geri dönüyorum :) Beylikdüzü'ne kadar rahat rahat gittik. Gittik gittik gitmesine de evi bulabilene aşk olsun. Aynı yerde tur attık durduk. Sağa, sola, aşağıya, yukarıya. Tam biz evi ararken güzel bir yağmur başlamasın mı! Yağmur değil afet mübarek. Dolu yağdı. Neyse evi bulduk. Bu defa Ayşe'nin minik meleği Zeynep ıslanmasın diye bizim paçalar su gibi olacak şekilde apartmana koştuk. Kapıya vardık. O da ne! Telefonda Mine var ama kapıda kimse yok. Meğer yan apartmanmış. Doğru evi bulunca bir süre kızlara söylenmekle geçti vaktim. Mine'nin Yusuf'u olacak. Karnı tostoparlak olmuş maaşallah. Bir beşiği var ki çok tatlı. Bayıldım. Allah sağlıcakla kucağına almayı nasip etsin. Güzel güzel konuştuk Yusuf Beyle. O da bana hıçkırıkla cevap verdi :)) Zeynep Hanım ise dedikodulardan geri kalmamak için ısrarla uyumayı reddetti :)) Bol sohbetle geçti vaktimiz. Sonra nam nam nam mamalarımızı yiyip, çaylarımız höpürdete höpürdete içtik(kocamın hediye bardaklarıyla tabi ki). İkindi namazlarımızı kılıp tekrar döndük İstanbul'a :) 
Arkadaşlarla toplanmak, konuşmak, sohbet etmek iyi geliyor insana. Bu arada iki yeni tarif öğrendim. Bir tanesi çıtır börek, diğeri ise patatesten bozma içli köfte:) Börek Mine'nin, köfte Şeyma'nındı. Löp löp yemekten fotoğraflarını çekmeyi akıl edememişiz :) Bu defalık affedin. Bir daha ki sefere inşaallah. 
Ama size Sezer annemin (kayınvalidem) benim için yaptığı sütlacı paylaşabilirim :) Çok güzel yapıyor gerçekten. Tabi Şevket babanın (kayınbabam) da balıkları var nam nam yemelik:) (Arkadaş bütün gün yemekle geçmiş geriye bakınca. Bu haftasonları bize yaramayacak anlaşılan:) )
Bir daha ki lakırdıya kadar hoşçakalın. 

17 Ocak 2013 Perşembe

Öğretmene Laf Edenin Dili Uzasın!

Yaklaşık 1-2 haftadır çok yoğunuz öğretmen kadrosu olarak. Konuları yetiştir, sınavları hazırla, sınav yap, sınav oku, notları e-okula gir, sözlüleri ver, projeleri gir, karne notlarını gir, işletme notlarını al, işletme dosyalarını incele ve dahası.... Hani diyorlar ya öğretmenler 3 ay tatil yapıyor diye; yalan. Bir defa öğrenci o kadar tatil yapıyor, öğretmen değil! Ayrıca öğretmen maaşları herkesin gözüne batıyor. Yarım gün çalış tam maaşı cebe indir diye. Acaba hangi memur sabahın 7'sinde işbaşı yapıyor? Ya da herhangi bir devlet dairesinde saat 17:01'de işlem yapan bir tek memur gördünüz mü? Hayır, göremezsiniz çünkü mesaileri bitmiştir. Hatta yetişmeyen işler için 16:00 veya 16:30'da işi bırakanlar bile var. Ama öğretmen derse girmek zorundadır. Sınavları okumak için son derse girmemezlik yapamaz. Okuldan sonra saatlerce yaptığı sınavları tek tek okur. Hepsini e-okula girer. Sınav evraklarını saklar. Hele bir de uygulamalı sınavsa yandık. Hafta sonu toplantılar olur katılır. Öğrencilere işletme ayarlar. Her işletmeyle öğrenciyi korumak için papaz olur. Bu da yetmez fiziksel sıkıntıların dışında öğrenci düşük not aldığı zaman ondan çok öğretmen üzülür. Neden düşük aldı diye. Tüm bunları hesaba katmadan bize verilen tatil kendi bilmezler tarafından çok görülür. Maaşlar ağza sakız olur. Bence devler öğretmenlere sadece sınav okuma için bile ikramiye vermeli. Geçen yıl tam 12 farklı derse girdim (Açık lise hariç). Sınıf mevcutları 33-52 arasında değişiyordu. Hepsinin en az 2 sınav olduğunu varsaysak, ortalama 40 kişi desek toplam 960 kağıt eder. Her bir kağıt en az 10 dakikada okunsa 9600 dakika (160 saat) eder. Nerede benim 160 saatlik ek ücretim? 
Velhasıl sinirliyim öğretmenliğe laf edenlere. Kendini değil bizi bilmeden konuşanlara. Yarım günmüş, al sana yarım gün! Bu arada hesaplamanın içine öğretmenin evde derse hazırlanması, kaynak araştırması, veri toplaması vs yok. Başkasının işini, maaşını araştırıp laf edeceğine kendi işini yapsan bu ülke şimdiye çoktan kalkınmıştı! 

13 Ocak 2013 Pazar

Vizyonda Kanunsuzlar (Lawless)

Kanunsuzlar Film Afişi
Burak daha gitmeden önce evde izlemiştik Lawless'ı. Vizyona girip girmediğine bakmamışız. Hafta sonu sinema haberlerinde vizyona girdiğini duyduğumda şaşırdım. Madem vizyonda ben de ev sinema severi olarak güncel filmimiz hakkında yorumları yazayım dedim.  
Öncelikle izlerken film uzun gibi geldi bana çünkü ilk dakikalar fazla akıcı değildi. Sonra birden bire açıldı , olaylar ardı arkasına geldi. Oyuncu kadrosu, farklı konusu ve gerçek bir hikayeden uyarlanmış olması dikkatimi çekti. Filmin konusu şöyle: Amerika'da içkinin yasak olduğu dönemde üç erkek kardeş işlettikleri lokantayı kullanarak kaçak içki üretip pazarlarlar. Bulundukları kasabada polis dahil herkes bu aileye saygı duyar çünkü büyük kardeşin ölümsüz olduğuna dair söylentiler vardır. Başına gelen kazalara rağmen hep bir şekilde kurtulmuştur ve görünürde kimsenin hakkını yemezler. Ürettikleri içki de kaliteli olunca kimse bu kardeşlere dokunmaz. Ta ki kasabaya gönderilen yeni üst düzey yetkiliye kadar. Bu yetkili hem acımasız hem de kanunlara uymayanları asla affetmeyen bir yapıya sahiptir. İki büyük kardeş bu adamceğizden çekindikleri için daha dikkatli çalışmaya karar verir. Ancak en küçükleri bir an önce zengin olup sevdiği kızı etkilemek istemektedir. Bunun için büyük ağabeyinin boğazından kesilip hastanede yattığı zamanı fırsat bilir. Yavaş yavaş en yakın arkadaşıyla ürettiği içkileri pazarlamaya başlar. Ve her seferinde daha büyük sevkiyatlar yapar. Üretim için ormanın derinliklerinde bir işletme kurar. Burada daha fazla içki elde edip pazarlar. Ancak bir gün rüyasından uyanır. Sevgili kötü adamımız bunları takip eder, üretimhaneyi basar. Küçük kardeşin arkadaşını öldürür. Küçük kardeş intikam almak için bu adamın üzerine gider. O ise tüm polis teşkilatını toplamış onu yol üzerindeki bir köprüde bekliyordur. Yavrucak intikam ateşiyle ona hamle yapacakken iki büyük ağabey yardıma gelir. Çatışma başlar. Polisler bu duruma daha fazla dayanamayıp kendilerini de yakmak istemezler ve silahları bırakırlar. İki büyük ağabey delik deşik olur yere yığılır. Küçük kardeş de vurulmuştur ancak son güçle kalkar, yaralı kötü adamın peşinden gider ve köprünün tam ortasında intikamını alır. Şimdi sanırsınız ki bu kardeşceğizler öldü. Cık ölmedi. Hele ki büyük kardeşin boğazını kestiler yine de dayandı 4-5 kurşun yarasıyla ölünür mü hiç :)) Son sahnede birkaç sene atlanır ve hepsi evli-mutlu-çocuklu üçleminde gösterilir. Kanunsuzluk son bulmuştur. İçki yasağı kalkmıştır. Tabi ki kadınlar adamları yola getirmiştir :) 
Kanunsuzlar (Lawless) güzeldi. Tavsiye ederim. Nedense gerçek yaşam öyküleri beni çok etkiliyor. Hatta filmin sonunda bu hikayeyi yaşamış olan gerçek kişilerin fotoğrafları ve şimdi nerede oldukları da paylaşılmış. Belki de bu yüzden sevdim filmi, kim bilir? 

8 Ocak 2013 Salı

Karlar Düşer

Karlar düşer. Ayşe Nur okula arabayla gitmeyeceği için daha erken kalkar. Yüzünü yıkar, dişini fırçalar. Üzerini giyinmeden der dur bir bakayım haberlere. Ve görür ki okul tatil olmuş. Arkadaşlarına haber verir. Tekrar yatıp uyumak ister ama uykusu açılmıştır ve yüzünü yıkadığına o kadar pişman olur. Zorla gözlerini kapatır. Telefonla açar ve Burak Ayşe'yi uyandırır :))  Böyle tatil olacaksa hep olsun :) 
Güzel uyandım bugün. Kahvaltıda ananemin yaptığı -benim elceğizlerimle hazırladığım konserve domatesle- menemeni yedik nam nam nam. Öğleden sonra ise karda güzel bir yürüyüş yaptık dedoş ve ananemle. 
Arkasından Nurgülle Cem Yılmaz'ı izleyelim diye sinemaya gittik. Hobbit'e girdik ve ilk yarıda çıktık :) Öyle çok sıkıldım ki ikinci yarıyı bekleyemedim. Nerede Yüzüklerin Efendisi nerede Hobbit? Ne heyecan var ne hareketlilik. Üzerine bir de iki kilogramlık 3D gözlükleri ekleyince sınırları zorladık. Eminim ikinci yarıda başlayacaktı macera ama biz daha fazla tahammül edemedik. Bekle bizi Cem, geleceğiz sana tekrar :))
Yarın da tatil oldu. Bakalım yarın ne yapacağız. Öyle çok kitabımı bitirmek istiyorum ki. Oturup saatlerce okuyabilirim. Penceremin önündeki koltuğa yerleşip kucağıma alırım kitabımı. Bir de güzel müzik kulağımda. Önce müziğimi dinler bir kendime gelirim sonra da kitabımla kendimden geçerim. Ay şimdiden canım çekti. Hemen yarın olsun :))
Canımın çektiği müziklerden bir ikisini paylaşayım sizinle de... 
Not: Gece dinliyorsanız odanızın ışığını kapatın ve dinlerken karı izleyin. Nasıl da hoşunuza gidecek... 
http://www.youtube.com/watch?v=hlSbSKNk9f0
http://www.youtube.com/watch?v=P_uBQ9jvAZU

6 Ocak 2013 Pazar

Soru İşaretleri

Atatürk Havalimanı 30.12.12
Atatürk Havalimanı 30.12.12
Ruh halim çok değişti. Normalde sabredebileceğim konularda dahi hassaslaşıyorum bir anda. Hiç olmayacak durumlara sinirleniyorum. Eskisi gibi hissetmiyorum kendimi. Sanki neşem bir geliyor, bir bakıyorsun ki gitmiş. Ruhum da mı eksik kaldı acaba? İçimde mi gitti onunla? Gidecek mi daha? Alışacak mıyım bu duruma? Daha kolay, daha katlanılabilir olacak mı? Bir tek ben miyim bunları hisseden? Çok mu abartıyorum yoksa? Daha kolay daha basit olabilecekken ben mi zorlaştırıyorum? Yada bunu yaşamam mı gerek? İliklerime kadar yokluğunu hissetmem mi gerek? Yarın sıkıldığımda aklıma bu günler mi gelecek, şükür mü edeceğim? Ben hisli miyim? Yada duruma alışmam için bir süre gerekiyor da ben henüz bu geçişi mi yaşıyorum? 
Çok soru var aklımda, içimde, dilimde. Kiminin cevabı var kiminin yok. Bilmediklerimi öğrenmek istiyor muyum; hayır. Eh hadi bakalım "sayılı gün" geç de görelim! 

4 Ocak 2013 Cuma

Yorum Yapmaya/Yapamamaya Dair

Yazılara yorum yaparken sıkıntı yaşayanlar varmış sanırım. Aslında üyeliğe gerek yok yorum yapmak için. Yorum balonunun altında yer alan "yorumla biçimi" kutucuğunda "Anonim"i seçmeniz yeterli. Hadi size iyi yorumlar :))

Ebru Kursuna Gittim, Gittik :)) (Gecikmeli Yazı)

Nurum gülüm Nurgülümle ebru kursuna gittik geçen hafta. İki saatlik bir kurs aldık Galatart'tan. Öncelikle hocamızı çok sevdik. Ebrunu ne kadar hassas bir iş olduğunu anlattı bize. Fırçayla başlayayım mesela. Ebruda kullanılan fırçanın sapı gül dalından yapılırmış. Daha esnek bir yapıya sahip olduğu için. Fırçanın kılları ise at kuyruğunun kıllarındanmış ki boyayı içine alıp istediğimiz şekilde damlatmamızı sağlarmış. Ebrunun suyu ise içtiğimiz su gibi sıvı değil. Hafif nişasta karıştırılmış gibi daha kıvamlı, yoğun bir su. Üstelik her çalışmada su değişmiyor. Uzun süre kullanabiliyoruz bu suyu. Gelelim ebrunun yapım aşamalarına. 
Öncelikle en altta görünmesini istediğimiz boyayı damlatıyoruz suya. Daha sonra sırasıyla arzu edilen renkleri suda boş kalmayacak şekilde damlatıyoruz. Boyalarla su kaplandıktan sonra farklı tekniklerle çalışma yapıyoruz. 
 Tarak denen bir malzeme var. Şekil vermek için kullanılan farklı kalınlıklarda çiviler var. Çalışacağımız tekniğe göre kullanacağımız çiviyi ya da tarağı seçiyoruz. Ama hiç bir figür tek aşamadan gerçekleşmiyor. Hepsinin basamakları var. Ben istiridye, çiçek ve lale deseni çalıştım. Nurgül ise istiridyeden önceki basamağı beğendi onu ve çiçekle laleyi çalıştı. Deseni suya verdikten sonra kağıdımızı suyun üzerine yerleştiriyoruz ve onu seviyoruz. Nasıl mı? Kağıdın üzerinde elimizi gezdiriyoruz yavaş yavaş. Hocamızın dediğine göre burada suyu hissetmek önemliymiş, insana dinginlik vermesi için. Ayrıca ebruya sevgimizi hissettiriyoruz ki bize küsmesin. 
 
 


Yeterince sevdikten sonra kağıdımızı teknenin kenarından sıyırarak çıkarıyoruz. 










Ve işte sanat eserimiz hazır :)) 
Çok zevkli bir kurstu. Hepinize tavsiye ediyorum. Özellikle de ortaya bir ürün koymak ve bu ürünü kendi evinizde sergileyebilecek olmanız çok hoş :) İsteyenler için uzun süreli kurslar da veriliyor Galatart'da, bilginize.